Sayfalar

30 Mart 2011 Çarşamba

Meslek hastalıkları Pnömokonyoz ve astım

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sevin Başer Öncel, ülkemizde pnömokonyoz açısından riskli iş kollarında tahmin edilen hasta sayısının 20 bin dolayında olmasına karşın, bilinen hasta sayısının 200'ün altında olduğunu bildirdi.
Doç. Dr. Öncel, Türkiye'de meslek hastalıklarıyla ilgili bildirim konusunda sorun yaşandığını, 2009'da bildirilen hasta sayısının sadece 429 olmasının bunu ortaya koyduğunu belirtti.
Meslek Hastalıklarına Karşı Alınacak Tedbirler
Bu durumu ''buz dağının görünen yüzü'' olarak nitelendiren Doç. Dr. Öncel, ''Neden meslek hastalıklarını tespit edemiyoruz? Eksiklerimiz var. Bilgimiz, duyarlılığımız, sorumluluğumuz, denetimlerimiz eksik, yaptırımlar yetersiz. Hekimler olarak bizim amacımız hastayı tedavi etmek'' dedi.

29 Mart 2011 Salı

Trikarboksilik Asit (TCA) Siklusu

Trikarboksilik Asit (TCA) Siklusu




Asetil-CoA



Okzalasetat


Sitrat


Malat



Izositrat



Fumarat



a-Ketoglutarat


Süksinat


Süksinil-CoA


Proteinler

Proteinler
Bir yada daha fazla amino asitin kendi aralarında asit-amid bağı (peptid bağı) ile birleşmesinden meydana gelmiş yapılara pepdit adı verilir. Pepdit bağları ile birleşen aminoasitler proteinleri oluşturur. Ancak bir protein tek polipeptid zincirden oluşabildiği gibi birden çok polipeptid zincirden de kurulabilir. Amino asit sayısına göre dipeptid, tripeptid, hekzapeptid, oligopeptid, polipeptid şeklinde ifade edilebilir. Peptid bağı birinci amino asitin karboksil grubu ile komşu amino asitin amino grubu arasında gerçekleşir. Bağı oluşturan amino grubunun hidrojeni ile karbonil oksijeni trans pozisyondadır, biri peptid düzlemin üstünde ise diğeri altındadır. Peptid bağı kısmen çift bağ özelliği taşır ve amino azotu pozitif, karbonil oksijeni ise negatif yük ile yüklenir.

Peptidler, kuramsal olarak bir amino asidin karboksil grubundan –OH, diğer amino asidin

Polarimetre Nedir

Polarimetre
Asimetrik karbon atomuna sahip maddeler aynı zamanda optikçe aktiftir. Optikçe aktiflik, bir cismin polarize ışığı kendi düzleminden saptırma kabiliyetidir. Eğer bir karbonhidratta asimetrik karbon atomu varsa, polarize ışık düzlemini sağa ya da sola çevirir. Sağa çevirirse (+), tersine çevirirse (-) şeklinde gösterilir. D-Glukoz polarize ışığı sola çevirirse D(-)Glukoz şeklinde, sağa çevirirse D(+)Glukoz şeklinde gösterilir. Bir şekerin (+) ve (-) formundan eşit oranda alıp karıştırırsak, ışık ne sağa ne de sola çevrilir. Böyle karışımlara rasemik karışım denir.
Polarimetre, optik aktif maddelerin polarize ışığı saptırma özelliklerine dayanarak bu maddelerin bir çözeltideki miktarlarını tayin etmeye yarar. Bu aletle aynı zamanda spesifik çevirme açısı ölçülerek saf optik aktif maddelerin tanınması da mümkündür.
Değişik Polarimetreler (Visual, Dijital ve Dijital El Polarimetresi)

DNA

DNA
1953 yılında Cambridge Üniversitesinden James Watson ve İngiliz Fizikçi Francis Crick'in DNA’nın üç boyutlu yapısına ait önerdikleri modele göre, çift zincirden meydana gelen DNA’nın bir eksen doğrultusunda sağa dönen çift sarmalı meydana gelmiştir.
Watson ve Crick
Önerilen DNA

Nükleik Asitler

Nükleik Asitler

Aşağıdaki ders notu ile dersteki sunular birbirinden görsel ve/veya konu başlıkları yönünden farklılıklar gösterebilir.
Nükleik asitler her hücrede bulunan genler ve kalıtsal faktörlerle ilgili protein sentezinin anahtar maddeleridir. İlk kez hücre çekirdeğinden izole edildiği için adına “nüklein” yada “nüklein maddesi” denmiştir. Bunlar sadece hücre çekirdeğinde değil hücrenin diğer kısımlarında özellikle ribozomlarda, mitokondrilerde ve stoplazmada da bulunurlar. Nükleik asitler kalıtsal bilgileri depolar ve aktarırlar.
Proteinlerdeki polipeptid zincirleri gibi nükleik asitler de nükleotidlerden kurulur. Nükleotidler, 1:1:1 oranında azotlu baz, pentoz ve fosfat olmak üzere üç karakteristik komponente sahiptirler. Azotlu baz ve pentozun birbirine β-N-glikozit bağıyla bağlanmasıyla nükleozid oluşur, nükleozide fosfatın bağlanmasıyla nükleotid (mononükleotid, nükleozid monofosfat) oluşur.
Azotlu Bazlar
Nukleik asitlerin yapısında yer alan bazlar primidin ve purin bazlar olarak başlıca iki gruba ayrılmaktadır. Primidinler yapılarında iki azot (N) bulunan ve altıgen bir halkaya sahip bileşiklerdir. Yapıdaki numaralama sistemi halkanın altında bulunan azottan başlar ve saatin işleyiş yönüne doğru devam eder. Nukleik asit yapısında yer alan diğer bütün pirimidinler bu ana yapının türevidirler. Hatta purinler bile bazı hallerde pirimidinlerin bir türevi olarak kabul edilmektedir. Çünkü purinler pirimidin halkasına bir imidazol halkasının bağlanması ile oluşmuşlardır. Nukleik asitlerin yapısında yer alan başlıca pirimidinler, pirimidin halkasındaki 2., 4. ve 5. pozisyonlardaki hidrojen atomlarının yerine amino, hidroksil, oksijen ve metil gruplarının girmesi ile oluşmaktadırlar. Bunlar pirimidin ana yapısından meydana gelmiş pirimidin türevidirler.

Lipidler - Lipidlerin Tanımı - Lipidlerin Önemi

Lipidlerin Tanımı
Bloor’a göre lipidler, yüksek yağ asitlerini, bunların oluşturduğu doğal bileşikleri ve bunlarla kimyasal olarak bağlanan maddeleri kapsayan doğal bir madde grubudur. Suda çözünmezler.

Lipidler Hakkında Ne Biliyorsunuz ?

Lipidler Hakkında Ne Biliyorsunuz ?
Aşağıdaki soruları cevaplamaya çalışarak lipidlerle ilgili bilginizi sınayınız !
  1. Bir maddenin lipid olabilmesi için hangi özelliklere sahip olması gerekir ?
  2. Lipidler neden önemlidir ?
  3. Yağ asitlerinin kimyasal özellikleri nelerdir ?
  4. Yağ asitlerini nasıl sınıflandırabiliriz ?

Kolesterol Biyosentezi

Kolesterol Biyosentezi
Kolesterol en çok karaciğerde olmak üzere hemen her dokuda sentez edilir. Organizmanın kolesterol ihtiyacının en büyük kısmı kolesterol biosentezi ile sağlanır. Kolesterol biyosentezinde kolesterol molekülü izopenteryl pirofosfat ve onun izomeri olan dimetilallil pirofosfat monomerleri ile ilgili bir dizi prenil (dehidroizopren) transfer reaksiyonlarında polimerize olan 6 izopren ünitesinden sentez edilir.

Why Is Hand Washing Important?

Areas of Hands Commonly Missed During Handwashing - © Clinical Skillls Ltd., Used with Permission


Most of us take for granted the knowledge that hand washing is essential for good personal hygiene. But this wasn't always the case.

Semmelweis Refleksi (Semmelweis Reflex)

SEMMELWEİS REFLEKSİ


İnsanların bir bilgiyi otomatik olarak (refleks olarak) hiçbir düşünce, tecrübe veya gözleme tabi tutmadan reddetmelerine Semmelweis Refleksi (Semmelweis Reflex) adı veriliyor. (Bu tanım yazar Robert Anton Wilson tarafından yapılmıştır).

Semmelweis, insanlık uğruna şarlatanlık suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı, görevine son verildi, meslekdaşlarının alay konusu oldu, aşağılandı, ve insanlıktan tamamıyla umudunu kesmiş olarak bir akıl hastanesinde hayata veda etti.

Macar Ignaz Philipp Semmelweis (1818-1865), Budin’de doğdu. Alman asıllı mütevazı gelir düzeyindeki bir ailenin beşinci çocuğuydu. Babasının kendisini bir avukat olarak görme isteğine karşın tıp bilimine meraklıydı ve Viyana Tıp Fakültesi’nde tıp öğrenimini tamamlayarak kadın doğum uzmanı oldu. O devirde kadın ve çocuk sağlığıyla haşır neşir olmak pek fazla tercih edilmeyen bir meslekti.

Boston lu bir hekim olan Oliver Wendell Holmes, puerperal ateşi önlemede el yıkamanın önemine işaret eden ilk araştırmacı olmakla birlikte

Semmelweis el yikama - Tıp Tarihinde İlk El Yıkama

Dr. Semmelweis 1847 yılında geliştirdiği bir kuramla doktorların hastalarla temas etmeden önce ve ettikten sonra ellerini dezenfekte etmelerini öneriyor.
Bu öneri tıp otoriteleri tarafından şiddetle reddediliyor. Çünkü zamanın bilimsel görüşlerine aykırı. Hatta görüşün doğru olma ihtimali olsa bile her hastayla ilgilenmeden önce ellerin yıkanması zahmetli bir iş olarak algılanıyor.

27 Mart 2011 Pazar

Antibiyotiklerin öksürüğe faydası az

Kötü bir öksürüğünüz varsa, balgam da çıkarıyorsanız antibiyotik almanızın fazla bir faydası olmayabilir.
Cardiff Üniversitesinden bilim adamları Avrupa genelinde 13 ülkede, 3 bini aşkın yetişkini kapsayan bir araştırma yaptı.
Araştırmada balgam çıkaran hastalara doktorların genellikle antibiyotik verdikleri belirlendi.
Ancak antibiyotiklerin hastaların çabuk toparlanmasını sağladıkları gözlenmedi.
Araştırmanın sonuçları, Avrupa Solunum Yolları Dergisi'nde yer aldı.

Duruma en iyi uyum gösteren hayatta kalır

Binlerce farklı bakteri dizisi üzerinde yapılan araştırma, güçlü olanın değil 'duruma en iyi uyum gösterenin' hayatta kaldığını gösterdi.

Bakteriler üzerinde yapılan ve 25 yıl süren araştırmaya göre bazen en güçlü olan değil, en iyi uyum sağlayabilen canlılar hayatta kalıyor.
Science dergisinin haberine göre Michigan State Üniversitesi’nden Richard Lenski ve arkadaşları, E. Coli tipi bakterilerle yaptıkları araştırmalarda şaşırtıcı sonuçlar elde ettiler. Daha güçsüz olan organizmaların güçlü olanların önüne geçtiğini kaydeden araştırmacılar, ilk şaşkınlığı atlattıktan sonra bu durumun bir satranç oyunundan çok da farklı olmadığını gördüler.

24 Mart 2011 Perşembe

Kanser hakkında yanlış inanışlar

Amerikan Hastanesi'nden Doç. Dr. Mustafa Çetiner, "Genel anlamıyla kanser, çağımızın en korkulan ve tedavisi en zor hastalık grubudur. Bu durum, kanser hakkında eğitimi olsun veya olmasın hemen herkesin gelişigüzel bilgi edinmesine ve konunun ciddi anlamda kötüye kullanılmasına zemin hazırlamaktadır" dedi.
Doç. Dr. Mustafa Çetiner , ABD'de yaşayan insanların yüzde 85'inden fazlasının kanser hakkında fikir sahibi olduğunu söyledi. "Sadece gelişmiş ülkelerde değil, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde de benzer bir durum söz konusudur. Kanser hakkında yazmak, konuşmak öylesine önemli bir etki yaratmaktadır ki, ilgili-ilgisiz herkes bu konuda fikir yürütmek konusunda pek istekli davranmaktadır" diyen Çetiner, "bu kargaşa bazen iyice akıl dışı bir çizgiye varabilmektedir" şeklinde devam etti.

Tüp bebekte 'garanti' verilebilir mi?

Tüp bebekte 'garanti' verilemez

İstanbul Özel Memorial Ataşehir Hastanesi Tüp Bebek Ünitesi Direktörü Doç. Dr. Cem Demirel, Türk hekimlerinin tüp bebek konusunda çok iyi yerde olduğunu belirterek, dünyanın farklı ülkelerinden ailelerin tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olabilmek için Türkiye'ye geldiğini söyledi.
Kahramanmaraş Özel Devakent Hastanesi ve Maremar Umut Tıp Merkezi'nin katkılarıyla düzenlenen ''Gebelikte hasta takibi, ilaç kullanımı, riskli ve çoğul gebeliklerde tüp bebek'' konulu seminerde konuşan Demirel, tüp bebekte 'garanti' sözcüğünü kullanmaya hiçbir hekimin hakkının bulunmadığını bildirdi.

23 Mart 2011 Çarşamba

Erkeklerde 'sünnet' birçok hastalığı önlüyor

Erkeklerde 'sünnet' birçok hastalığı kovuyor

Erkek cinsel organına yapılan bir müdahale ile gerçekleştirilen ''sünnet'' ile birçok hastalıktan korunmak ya da yakalanma riskini azaltmak mümkün olabiliyor.
Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bedreddin Seçkin, erkek cinsel organı penisin baş kısmını kapatan ve prepisyum olarak bilinen derinin cerrahi yöntemlerle kesilerek çıkarılması işleminin ''sünnet'' olarak tanımlandığını söyledi. Bunun ABD'de en sık uygulanan pediatrik cerrahi işlemi olduğunu belirten Seçkin, dünyada bulunan erkek nüfusunun yaklaşık altıda birin sünnetli olduğunu ifade etti. Sünnet yaptırmadan önce, bir ürolog tarafından muayenenin yapılması gerektiğini anlatan Seçkin, çocuğun muayene sırasında ürologla kuracağı diyaloğun çok önemli olduğunu vurguladı. Seçkin, sevgi ve hoşgörü ile çocuğun bir yandan bilgilendirilirken, bir yandan da muayene edilebileceğini dile getirerek, ürolojik muayene ile çocuğun o ana kadar fark edilmemiş sorunlarının da belirlenebileceğini söyledi.
Sünnet öncesinde, ailenin çocuğu bu sürece hazırlamasının da önemine değinen Seçkin, ailenin bu hazırlığı tamamlayarak hekime başvurduğunda ürolog ile çocuk arasındaki diyalog ve sonrasında uygulanacak sünnet işleminin çok daha kolay olduğunu ifade etti.

21 Mart 2011 Pazartesi

Kaddafi sivilleri canlı kalkan yapıyor

Çatışmaların halen devam ettiği Misrata kentinde Kaddafi yanlılarının halkı canlı kalkan olarak kullandığı iddia edildi.





Koalisyon güçlerinin Kaddafi’ye yönelik başlattığı ‘Şafak Yolculuğu’ operasyonu üçüncü gününe girdi. Başkent Trablus başta olmak üzere kaddafi yanlılarının elinde bulunan pek çok yer bombalanıyor. Haber ajansları saldırılar karşısında Kaddafi yanlılarının canlı kalkan kullanmaya hazırlandığı haberlerini geçiyor. Son olarak Reuters haber ajansına konuşan bir isyancı, Trablus’un 200 km. doğusunda bulunan Misrata kenti yakınlarındaki kasabalardan sivillerin canlı kalkan olarak kullanılmak üzere kent merkezine geitrildiğini öne sürdü.
Ayrıca başkent Misrata’daki Kaddafi yanlısı silahlı milislerin sivil kıyafetlerle kent içinde dolaştıkları iddia ediliyor. Çatışmaların yaşandığı kentte dün de 7 sivilin Kaddafi yanlıları tarafınadn öldürüldüğü iddia edilmişti.


Enürezis (Gece Islatması,Alt Islatma)

Enürezis (Gece Islatması,Alt Islatma)


Çocukluk çağının en sık görülen sorunlarından biri olan enürezis zeka yaşı ile uyumlu olmayan gece ve / veya gündüz istem dışı işemedir. Çocuklar genellikle 3- 5 yaşları arasında idrarını gece gündüz kontrol edebilecek olgunluğa erişirler.Bu nedenle bu durumun beş yaşına kadar görülmesi normal olarak kabul edilmektedir. Zekası normal olan bir çocukta beş yaşından sonra en az peş peşe üç ay boyunca haftada en az iki kez gece veya gündüz ıslatması normal dışı olarak değerlendirilmektedir.



İdrarın gece istem dışı yapılmasına ‘ enürezis nokturna’, gündüz istem dışı yapılmasına ‘enürezis diurna’ ve hem gece, hemde gündüz yapılmasına ‘ enürezis kontinua’ denmektedir.Enürezis daha çok gece işemesi şeklinde görülmektedir. İstemsiz işemelerin yaklaşık % 60’ı gece işemesi, % 30’u gece ve gündüz işemesi, % 10 kadarınında gündüz işemesi olduğu belirtilmektedir. Hastanelerin polikliniklerine başvuranların büyük çoğunluğu gece işemesi olanlardır. Çocukların yaklaşık % 85’ nde enürezis hiç kesilmeden bebeklikten beri devam etmektedir.

Enurezis Nocturna

Enurezis Nocturna İstemdışı olan idrar çıkışına enurezis denmektedir. Bu durum daha çok gece uyku esnasında oluştuğundan enurezis nocturna adını almaktadır. Ancak bu durumdaki çocuklarda teşhisin konulabilmesi için gereken yaş alt sınırı 5'tir.

Yapılan araştırmalara göre 5 yaşındaki erkek çocuklarda gece işemelerinin sıklığı % 7; kızlarda aynı yaşta % 3 olarak saptanmıştır. Bu oranlar 10 yaşında erkeklerde % 3’e; kızlarda % 2’ye düşmektedir. 18 yaşına gelen erkeklerde % 1, kızlarda ise biraz daha düşük bir yüzdede sürebilmektedir. Bu çocuklarda yaşıtlarına göre gelişimsel gecikmeler de saptanmıştır. 5 yaş sonrasında tedavisiz kendiliğinden iyileşme oranı % 5-10 arasında bulunmuştur.

Rahatsızlığın teşhisi için en az 3 ay süre ile haftada en az 2 kez idrar kaçırmanın olması ya da toplumsal, mesleki işlevsellikte, okul başarısında düşmeye ve sorunlara yol açması , kişinin 5 yaşından büyük olması gerekmektedir. Ayrıca idrar kaçırma durumu başka bir ilacın yan etkisine bağlı olmamalı, kişide idrar kaçırmaya sebep olabilecek bir hastalık olmadığı tespit edilmelidir ( şeker hastalığı , ürolojik ya da nörolojik hastalıklar gibi).

Enürezis riskini arttıran durumlar:
-Yoğun psikososyal sorunlar içinde olan ve olumsuz çevresel koşullarda yaşayan çocuklar
-Baba ya da annenin boşanma ya da ölüm sonucu kaybı da önemli etkenlerdendir. Özellikle daha öncesinde idrar kontrolünün sağlandığı çocuklarda sonradan 5-8 yaşları arasında idrar kaçırma bu nedenle tekrar başlayabilmektedir.
-Davranışsal bozukluklar gösteren çocuklarda mesane kapasitesinin daha sınırlı olduğu ve bu durumun daha sık gözlendiği saptanmıştır.
-Yapılan çalışmalara göre ailede anne, baba ve diğer akrabaların geçmiş yaşantılarında bu sorun var ise, çocuklarda da enürezis riski 5-7 kat artmaktadır.

Kronik sistite robotik çözüm

Basit bir idrara çıkamama problemi hayatınızı ne kadar kabusa çevirebilir? Başta sadece küçük bir problem gibi görünebilir; ancak bu durum adım adım ilerleyerek geceleri sık idrara gitme, tuvalet yolunda idrarını tutamama ile yaşam kalitesini gittikçe düşürebilir.
Uygulanan yeni tedavi yöntemleri ile açık cerrahi işleme gerek kalmadan tüm bu sıkıntılarınızdan kısa sürede kurtulabilirsiniz. Memorial Ataşehir Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Tibet Erdoğru, “da Vinci Robotik Cerrahi ile kronik sistit tedavisi” hakkında bilgi verdi.

Sistit sürekli tekrarlıyor ve 3 aydan fazla sürüyorsa…
Kronik sistitler, basit idrar yolu enfeksiyonu olarak da ifade edilebilen akut sistitlerden çok farklıdır. Tekrarlayan ve 3 aydan fazla süre ile devam eden sistitleri kronik olarak kabul etmek gerekir. Her sistit olgusunda mutlaka mikrop olması şart değildir. İdrarda mikrop olmadan da mesane dokusunda gelişen sistitler asıl kronik sistitleri oluşturur. Her yaştaki erkek ya da kadınlarda bu ağrılı kronik sistit görülebilir. Erkeklerde bu tablo her zaman “kronik prostatit” olarak da nitelendirilir ve büyük sıkıntılarla tarif edilir. Kadınlarda ise basit bir sistit şeklinde kendini gösterirken; kronikleşmiş yanma ve ağrılılarla idrarı hissetme, yapma ve sık idrara çıkma belirtileri ile kişi yıllarını geçirebilir

Prezervatif niçin kullanılır?

Prezervatif niçin kullanılır?

Cinsel yolla bulaşan hastalıklardaki artış endişe veriyor. Uzmanlara göre, yapılması gereken çok basit: Prezervatifin sadece doğum kontrolü için değil, cinsel ilişkiyle bulaşan hastalıkları önlemek için kullanıldığı unutulmamalı.
HIV, AIDS, HPV, herpes, frengi, hepatit B, gonore, mikoplazma, üreoplazma, klamidya, molluskum, kasık biti, uyuz. Bütün bunlar korunmasız cinsel ilişki ile kadınlara bulaşan hastalıkların bazıları…

Ntv'nin haberine göre, korunmasız cinsel ilişki nedeniyle yaygınlaşan cinsel hastalıklar kadınları daha çok etkiliyor. Bu hastalıklardan korunmanın en etkili yolu ise prezervatif kullanmaktan geçiyor.

Korunmasız cinsel ilişkiyle kadınlara bulaşan hastalıkların listesi bir hayli kabarık. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Aykut Coşkun, hem kadınlar hem de erkekler açısından çok ciddi tehdit oluşturan hastalıklar hakkında şunları söylüyor:

“Cinsel ilişkiyle kadınlara bulaşan hastalıkları HIV (AIDS), HPV (genital siğiller ve rahim ağzı kanseri virüsü), herpes (genital uçuk), frengi- sifiliz, hepatit B, gonore (bel soğukluğu), şankroid (yumuşak yara), granüloma inguinale, mikoplazma, üreoplazma, klamidya, molluskum, kasık biti ve uyuz gibi birçok bulaşıcı enfeksiyon olarak sıralamak mümkün. Korunmasız cinsellik, kronik pelvik enfeksiyonlardan kronik pelvik ağrıya, kısırlıktan, rahim ağzı, vajina ve vulva kanserine, hepatit B virüsü ile karaciğer sirozuna ve AIDS'e kadar giden çok sayıda sistemik hastalığa neden olmaktadır. Ayrıca bu enfeksiyon ajanları ile etkilenmiş kadınlar, aktif bulaştırıcı rolü de üstlenir. Erkeklerde ise genital siğil, penis kanseri, kronik prostat iltihabı ve sistemik hastalıklara yine Hepatit’e ve AIDS’e sebep olur.”

20 Mart 2011 Pazar

Virüsler

Tabiattaki tüm varlıklar canlı form ve cansız form olarak iki gruba ayrılmışlardır.Cansız forma dahil olan varlıklar, üreyemeyen, solunum yapmayan beslenmeye ihtiyacı olamayan tüm varlıklardır. Örneğin denizler, göller, kayalar, bulutlar, dağlar vs. ekosistem içerisinde sürekli bir dönüşüm içerisinde olmasına rağmen canlı sayılmazlar.

Bir varlığın canlı sayılabilmesi için, az öncede belirttiğimiz gibi üreyebilmesi, beslenebilmesi, solunum yapabilmesi ve diğer canlılarla sürekli bir ilişki içerisinde olması gerekirki ancak böyle bir varlığa canlı denebilir. Bugün bilim adamları, canlıları sistematik olarak sınıflandırırken virüsün hangi kategoriye konacağı konusunda hala bir ittifak kuramamıştır.
Çünki virüsler bazı hallerde canlı gibi davranırken diğer bazı hallerde tam bir " inorganik " madde gibi davranır.Dolayısıyla ortaya büyük bir tezat çıkmaktadır.Virüslerin nasıl olupta hem canlı gibi davrandıklarını hemde cansız gibi göründüklerini, düşündürücü yaşam döngülerini inceleyerek anlamaya çalışalım.
Virüsün anatomisi:
Virüs, doğadaki en basit canlı türlerinden bile daha basit bir yapıya sahiptir.Bildiğiniz gibi bakterilerin vücudu yanlızca tek bir hücreden oluşan yalın bir anatomiye sahiptir.Fakat virüslerin vücudu bir hücreden bile oluşmaz.Yanlızca hücreyi oluşturan temel yapıtaşlarının çok az bir miktarının yine kompleks bir yapı oluşturmalarından meydana gelmiştir.
Bir hücre proteinlerden, nükleik asitlerden, hücre zarından, kompleks organellerden (mitekondri, endoplazmik retikulum, golgi aygıtı, ribozomlar vs.), nukleus (çekirdek) den ve daha birçok enzim ve sayamadığımız kimyasal moleküllerden oluşan oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir.
Virüsler ise yukarıda saydığımız hücre yapıtaşlarından yanlızca üç tanesinin kompleks oluşturmasıyla meydana gelir.Bu yapıtaşları protein, enzim ve nükleik asitlerdir.Bazı virüslerde ise yağ moleküllerinede rastlanılır.Virüs, yanlızca bu üç yapıtaşından oluşan basit bir yapıya sahip olmasına karşın ne amaç uğuruna kendini çoğaltmaya çalıştığını ve canlı - cansız formları arasında nasıl gidip geldiği çözülememiş mühim bir problemdir.
Virüsler ancak " Elektron mikroskobu " ile görülebilirler.Işık mikroskopları ile görülmeleri imkansızdır.Öyleki bir virüs bakteriyle kıyaslandığında, bakterinin yanında çok küçük kalan bir boyuta sahiptir ve boyu ancak
" nm " (nanometre, yani metrenin milyarda biri) uzunluk birimi ile ölçülebilir.
Şimdi bir virüsün anatomisin şekil üzerinde inceleyelim.
Image

Mikroorganizmaların Hücre Yapıları

Mikroorganizmaların Hücre Yapıları

Ökaryötik Hücre Nedir; Ökaryötik yapılı canlı hücresinin (alg, maya, mantar, protozoon, ve gelişmiş canlılar) temel özelliği, genetik şifreleri taşıyan DNA'nın bir zarla çevrili olan çekirdekte bulun*masıdır.

Prokaryotik Hücre Nedir; Prokaryotik yapıdaki hücrelerde (Bakteriler) ise hücre duvarların kompleks olması ve tek kromozomdan ibaret olan genetik materyalin sitoplazma içerisinde dağınık bir şe*kilde bulunmasıdır.

Bakterilerde Hücre Yapısı

Bakteri hücresi ışık mikrokobu ile incelendiğinde, yuvarlak (kok), basil (çomak, çu*buk), virgül, filament (uzun saç benzeri) gibi morfolojik yapısı ile, kapsül, flagella ve spor gibi yapıları görülebilir. Gram boyama metodu kullanıldığında hücre duvarı yapı*sı hakkında (Gram pozitif veya Gram negatif) bilgi edinilir

Bir bakteri hücresinin ana yapıları merkezden dışa doğru şunlardır:

Demonstration that classical teaching of force of effort for 2nd and 3rd class levers is erroneous

Demonstration that classical teaching of force of effort for 2nd and 3rd class levers is erroneous.

In our first manual, we demonstrated that there was functionally no such thing as a 2nd class lever. We have since learned that there are teachers who still want to use classic instruction because they think that this methodology is still valid for teaching force of effort. We will now demonstrate that this is erroneous teaching.
Note! The secret to the proof will be the application of Benedetti's discovery of the effective lever arm in 1599 as it applies to the principle of rotation (torque).

The difference between 2nd and 3rd class lever systems begin by teaching that levers are structurally defined relative to the placement of the fulcrum (F), force of effort (E) and force of resistance (R).
Classical teaching next moves to emphasizing functional importance by first demonstrating that force of effort is determined by the ratio of the effective effort arm to the effective resistance arm (the Principle of Equilibrium of Rotation).
The first formula taught leading to proof of the above statement is:
Force of effort x Effective effort arm (measured length) = Force of resistance x Effective resistance arm (measured length).
The second formula derived from the above formula is:

Diyaliz Nedir, Kronik Böbrek Yetmezliği ve Periton Diyaliz

Diyaliz ile kanımızdaki zehirli maddeler temizlenip vücudunuzda birikmiş sıvılar çekiliyordu. Tabii sizin burada kastettiğiniz hemodiyaliz. Okurlarımız için bunu biraz açalım... Diyaliz ikiye ayrılır. Bunlardan ilki hemodiyaliz dediğimiz ve halk arasında makine diyalizi olarak tarif edilen yöntemdir. Diğeri ise periton diyalizdir ve ona halk arasında torba diyalizi denir. Ama her iki diyalizin temel amacı aynıdır, yani vücutta böbrek yetmezliğine bağlı olarak biriken bazı zehirli maddelerin temizlenip süzülmesidir.

Hemodiyalizde bir arıtma filtresi sayesinde yapılır. Yani hastanın kanı arıtma filtresine gönderilir, burada temizlenen kan vücuda geri gönderilir. Bu işlem genel olarak haftada üç gün, günde dört saat yapılır.

Kandaki Kirli Kan Nasıl Temizleniyor

Böbrek Yetmezliği - Böbrek Yetmezliğine Neden Olan Hastlıklar

AKUT (ANİ) BÖBREK YETMEZLİĞİ:
Akut böbrek yetmezliği, çeşitli etkenlere bağlı olarak, böbrek işlevlerinin ani olarak bozulmasını anlatan bir terimdir.
Hastalığın genellikle ilk fark eçlilen belirtisi, hastanın çıkardığı günlük idrar miktarındaki azalmadır.
Bu azalma “Oligüri” düzeyindedir.
Yani hastaların günlük idrar miktarı 500 mi ‘nın altındadır. Ancak oligüri gelişmeyebilir.
Akut böbrek yetmezliğinin klinik özelliklerine ve belirtilerine geçmeden Önce, hastalığı yaratan etkenlerden söz edeceğiz.

Beyinin yapısı

Beyinin yapısı

Günümüzde ilerlemiş görüntüleme teknikleri, hayvan araştırmaları ve fizyolojik çalışmalarla, bilim adamları sadece hastalıkları değil aynı zamanda beynimizin nasıl çalıştığı ve yaşlandığını araştırıyorlar. Ayrıca beynimizi nasıl sağlıklı ve zinde tutabileceğimiz konusunda da önerilerde bulunuyorlar.

Yaş ilerledikçe Neler kaybediyoruz?


Yaşımız ilerledikçe meydana gelen hafıza kayıpları, sisteminin dolmaya başlaması tarzında izah ediliyordu. Bugün aynı zamanda hafıza kapasitemizin ancak bir bölümünü kullandığımızı, eğitimle bu kapasiteyi arttırabileceğimizi, kayıpları yine eğitimle ve tekrar ile azaltabileceğimizi ve yavaşlatabileceğimizi biliyoruz. Buna rağmen yaşlanmayla sinir sistemimiz, önceki yıllara nazaran biraz daha yavaş ve biraz daha dalgalı çalışmaya başlıyor. Ancak isimleri hatırlayamama, beyninizin zengin, sağlıklı bir iletişim ağına sahip olduğunun da bir göstergesi olabilir.

Böbrek Görevleri, Böbrekler Vücutta Hangi Görevi Görür

Böbrek Görevleri, Böbrekler Vücutta Hangi Görevi Görür

Yediklerimiz, içtiklerimiz faydalı besinlerin yanı sıra bazı yan maddeler de içerir ki, bunları vücuttan atmamız gerekir. bunları da sıvı olarak, yani idrarla atarız. Yani böbrek, halk arasında da söylendiği üzere vücudun zehirli maddelerini süzen organdır ama görevleri bununla sınırlı değildir.

19 Mart 2011 Cumartesi

En çok görülen kanser türü

Guatr ve Tiroid Kanseri Derneği Başkanı ve nükleer tıp uzmanı Prof. Dr. Cumali Aktolun, nükleer kazalardan sonra ortaya çıkan en yaygın, en sık kanser türünün tiroid kanseri olduğunu bildirdi.
Prof. Dr. Aktolon, Japonya'da bugün itibariyle toplam 4 nükleer reaktördeki hasar nedeniyle radyasyon sızıntısı saptandığını ve bu radyasyon sızıntılarından birinin de Tokyo yakınında olduğunu söyledi. Dünyada bugüne kadar toplam 99 nükleer kazanın kayda geçtiğini ifade eden Aktolun, 99 kazanın 57'sinin 1986'daki Çernobil olayı sonrasında meydana geldiğini ve bunların çoğunun ABD'de olduğunu belirtti.
Prof. Dr. Aktolun, nükleer kazaların çoğunluğunun insan hatası ile oluştuğunu dile getirerek, doğal felaket sonrasında reaktör hasarlarının pek yaygın görülmediğini, bu açıdan Japonya'da yaşanan reaktör patlamaları ve sızıntısının nadir olduğunu kaydetti. Nükleer kazalar sonucu etrafa saçılan radyoaktif elementlerin iki tür radyasyon yaydığını vurgulayan Aktolun, şöyle devam etti:
“Birincisi parçacık radyasyonudur. Cildimize bulaşırsa zarar verir. Nefesimizle, su ve gıda ile vücudumuza girer, kanser yapıcı etkisi yüksektir. Etkileri daha ziyade uzun süre sonra ortaya çıkar. Yarı ömrü onlarca, yüzlerce, binlerce, milyonlarca yıl olan radyoaktif elementler açığa çıkabilir. Patlamadan sonra uzakta bulunan insanlar bile bu radyasyondan etkilenir. İkincisi iyonizan yani delici radyasyondur. Vücuda girer, diğer taraftan çıkar, bu arada vücuda bir miktar radyasyon enerjisi bırakır. Kanser yapıcı etkisi vardır ama daha ziyade kısa vadeli akut etkilerden sorumludur.”
Japonya'nın tecrübeleri

Biyofizik / Physics Of Proteins

Biyofizik / Physics Of Proteins These sets of lectures notes on the Physics of Proteins by Hans Frauenfelder, written while Hans was a Professor at the University of Illinois at Urbana/Champaign, will soon be published by Springer Verlag, under the Editorship of Dr. Shirley Chan and Professor Robert Austin (Princeton University), and typeset by Winnie Chan of the University of Illinois at Urbana/Champaign. We invite the reader to send us their comments/corrections/additions!
In the next 6 months (July 2003- January 2004) we will be reorganizing the notes, grouping the chapters more logically and making some updates.
Hopefully, the flavor and style of Hans will remain intact.


PAH Ne Sıklıkta Görülür?

PAH Ne Sıklıkta Görülür?
PAH, milyonda 30-50 olguluk prevalansı ile(1) nadir görülen bir hastalık olmakla birlikte, belirli risk gruplarında PAH prevalansı belirgin olarak daha yüksektir. Örneğin, prevalansın HIV ile infekte hastalarda %0.5,(2) orak hücre hastalığı bulunan hastalarda %20-40(3) oranlarında olduğu, sistemik skleroz hastalarında ise %38’e(4) kadar yükseldiği bildirilmiştir.

PAH Tanısı Nasıl Konulur ?

PAH Tanısı Nasıl Konulur ?
PAH’un erken semptomları (dispne, baş dönmesi ve yorgunluk gibi) genellikle hafiftir ve diğer birçok durumda da görülür. Dinlenme halinde genellikle herhangi bir belirtiye rastlanmaz ve hastalığın açık bulguları görülmez. Sonuç olarak tanı konması aylarca hatta yıllarca gecikebilir ve bunun anlamı da PAH’un göreceli olarak ileri evrelere ulaşana kadar teşhis edilememesidir.(1) PAH tanısı çoğunlukla diğer hastalıklar araştırıldıktan ve dışlandıktan sonra konmaktadır.
Semptomların non-spesifik yapısı nedeniyle tanı sadece semptomlara dayanarak konulamaz. İlk tanının konulabilmesi, tanının pulmoner hipertansiyon klinik sınıfına göre ayrıntılandırılması ve ayrıca fonksiyonel ve hemodinamik bozulmanın derecesinin ortaya konulabilmesi (Şekil 2) için bir dizi araştırma yapılması gereklidir. Sonuç olarak dört aşamalı bir yaklaşımın izlenmesi yararlı olabilir:
1.
Pulmoner hipertansiyona ilişkin klinik şüphe

  • Belirgin bir kalp ya da akciğer hastalığı bulgularının eşlik etmediği dispne
  • İlişkili hastalıkları bulunan hastaların taranması (Bağ Dokusu Hastalığı, Konjenital Kalp Hastalığı, HIV, Orak Hücre Hastalığı)
  • Başka klinik nedenlerle yapılan muayenede rastlantısal bulgular 
2.
Pulmoner hipertansiyonun saptanması

  • EKG
  • Göğüs radyografisi; kardiyomegali ve pulmoner arter genişlemesi bulguları görülebilir (Şekil 3)
  • Doppler ekokardiyografi (Şekil 2)
3.
Pulmoner Hipertansiyonun diğer nedenlerinin tanımlanması

  • Solunum fonksiyon testleri (PFT) ve arteriyel kan gazları
  • Ventilasyon ve perfüzyon akciğer sintigrafisi
  • Yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi (HRCT)
  • Pulmoner anjiyografi
4.
PAH değerlendirmesi ve sınıflandırması (tip, fonksiyonel kapasite, hemodinami)

  • Kan testleri ve immunoloji, HIV testi, abdominal ultrason taraması
  • 6 dakika yürüme testi (6-Dk YT) ve pik VO2
  • Sağ kalp kateterizasyonu ve vazoreaktivite testi

Şekil 2.

Anjina Pektoris Nedir

Anjina Pektoris Nedir

Anjina Pektoris; myokardial 02 ihtiyacı, sağlanandan fazla olduğunda, myokardial iskemiye bağlı olarak gelişen göğüste rahatsızlık hissidir.

Boyuna, çeneye omuzlara ve kollara yayılan retrostemal ağrı, ağırlık veya basınç hissi anjina pektorisin tipik ortaya çıkış şeklidir. Ağrının karakteri önemlidir. Ağrı genelde eforla meydana gelen, dinlenince kaybolan, substernal yerleşen, birkaç dakika süren, ve hastada korku ile seyreden bir göğüs ağrısıdır. Zihinsel efor da taşikardi sonucu anjinapektorise neden olabilir. Hikaye iyi alınırsa %80 doğru tanı konur.

Presipite eden faktörler; egzersiz, heyecan, soğuğa maruz kalma, fazla yemek, ateş, tirotoxikoz veya taşikardi gibi myokardiyal 02 ihtiyacını arttıran yada karbon monoksite maruz kalmak , yüksek rakımlı yere gitmek veya anemi gibi myokarda 02 sağlamasını azaltan faktörler sayılabilir.
Dispne. bulantı ve kusma, terleme ve bazen de çarpıntı veya baş dönmesi sıklıkla anjinaya sıklıkla eşlik eder.

inisial anjinapektoris 40 yaşlarında bir kişinin ilk defa anjina pektoris ağrılarıyla gelmesidir. Bunların %30'unda ileride MI görülür. Diğer bir önemli nokta da stabil anjina pektorisin unstabil anjina pektorise dönmesidir. Tipik anjina pektoris tarif eden ancak bu belirli bir eforla olan kişide (örneğin 10 basamak merdive çıkınca) stabil anjina pektoris vardır. Kişi bunun ne zaman olduğunu bilir. Tahmin edilemeyenler unstabildir. Yani hasta eforla ağrı olacağını bilemez. Kişinin yapabildiği efor gittikçe azalır. Bu hastalığın ilerlediğini gösterir. Varyant anjina pektoris unstabilin bir tipidir. Bunda ağrı istirahat halinde gelir ve çok şiddetlidir, MI sanılır.

EKG'de ST yükselmesi yapar, oysa diğer anjina pektorisler ST çökmesi yapar. Varyant anjina pektoriste arterial spazm vardır. Bu spazm hiç aterosklerotik olmayan bir arterde de olabilir ve tıkanmaya yakın daralma yapar.

Koroner kalp hastalığı tanısında hikaye önde gelir. Kliniğin ortaya çıkması için %50'nin üstünde darlık olması gerekir. Normal yaşamda anjina pektoris olmaması hastalık olmadığı anlamına gelmez, %60'a kadar olan darlık ancak efor yapınca bulgu verir.

Thomas Willis – Willis Poligonu

Thomas Willis (1620-1675)

Willis Poligonu

BİR ÇİFTÇİNİN oğlu olan Thomas VVİllis, 1620 yılında İngilte*re'de dünyaya gelmiştir. 1636 yılında Oxford Christ Church'e girdi ve 1639 yılında B.A. ve I642'de M.A. unvanını aldı. İç savaş sı*rasında da kraliyet taraftarları arasında yer alan Thomas VVİllis, tıp öğ*renimine devam etli ve 1646 yılında MB ve 1660'da MD unvanı yani tıp hekimi titrini aldı. 1664 yılına kadar Kraliyet hekimlik kolejine bir şeref öğrencisi olarak devam etti. Wİllis, Oxford'da okumak ve öğren*mek arzusu ile tutuşan arkadaşları ile beraber ''Felsefe Kulübü"ne in*tisap etti. Bu kulüpte ilme ait birçok sorunlar ortaya atılıyor ve ser*bestçe tartışılıyordu. 1662 yılında kurulmuş olan bu kulübün ilk müda*vimlerinden biri Wİllis olmuştur. 1646 yılında Wİllis tıp öğrenimine başladığı sırada şehir Cromwelcilerin işgali ve idaresi altında bulunu*yordu. Restorasyon sırasında kraliyet müessesesine olan bağlılığı gözönünde tutularak Oxford Tabii İlimler Felsefesi profesörlüğüne atan*dı. 1666 yılında Wİllis, Oxford'u terk etti ve Londra'ya gelerek yerleş*ti. Çok dürüst bir karaktere sahip olan Willis, Londra'ya gelişinin Can-terbury piskoposunun aracılığı ile mümkün olduğunu itiraftan çekin*memiştir.

Poudre De Dover - Thomas Dover

Poudre De Dover

Thomas Dover 1660 - 1742


TEDAVİ KONUSUNDA hâlâ önemli bir yer işgal eden Poudre de Dover, sedativ ve uyuşturucu bir maddedir. Opium ve ipekaku-anayı % 10 oranında içeren bir laktoz karışımıdır. İkiyüzelli yıldan beri tababette kullanılan bu maddenin bulunuşu romantik bir hikaye ile ilgili*dir. Bu ilaç, ara sıra İspanya donanmasında korsanlık yapmış olan ve ta*babet tarihinin enteresan bir şahsiyeti sayılan Kaptan Thomas Dover'in bir keşfidir. Dover takriben 1660 yıllarında Warwickshire'da dünyaya gelmiştir. Öğrenimine Cambridge'de başlayan Dover burayı bitirdikten sonra Londra'da ünlü Dr. Thomas Sydenham'ın öğrencisi oldu. Bu sıra*da Dover çiçek hastalığına tutuldu. Dover bu hastalığım gayet nükteli bir lisanla tasvir etmektedir: "Başlangıçta 22 onz kadar kan kaybettim. Bun*dan sonra bana bir kusturucu ilaç içirdiler. Fakat benim kanaatime göre bir müshilin çok daha iyi sonuç verebileceğini söyleyebilirim. Bu yüzden uygulanan tedaviden çok fena bir duruma düştüm, gittikçe fenalaştım ve kalkamaz oldum. Hocam odamda hiçbir zaman ateş yakılmasına izin ver*miyordu. Pencereler hep ardına kadar açıktı. Hatta yorganımın bile be*limden yukarı çıkmasına izin yoktu. Fakat burada en çok memnun oldu*ğum şey, günde 20 litre kadar bira içmeye mecbur tutulmamdı."

Heberden Nodülleri - William Heberden

Heberden Nodülleri

William Heberden 1710 - 1801


HEBERDEN KEŞFETMİŞ olduğu heberden nodülü şu şekilde tarif et*miş bulunmaktadır: Digitorum Nodi. Acaba eklem civarında ve genellikle parmaklarda oluşan bu küçük ve sert nodüller nedir? Bunla*rın gutla hiçbir alakası oktur. Hemen her zaman ömür boyunca devam ederler. Üzerlerine basıldığı zaman ağırlıdırlar ve bu yüzden parmak hareketlerine kısmen engel olurlar. Heberden'in bu buluşu diğer çalış*maları, mesela su çiçeği ve çiçek konularındaki araştırmalarına naza*ran çok daha önemli addedilir.

Heberden 1710 yılında Londra'da dünyaya gelmiştir. Öğrenimini Cambridge'de yapmış ve klasiklerle de yakından ilgilenmiştir. Hekim olduktan sonra mezun olduğu bu üniversitede 10 yıl çalışmıştır. En ün*lü eseri "Materia Medica" adlı eseridir. Çok enteresan konular içer*mektedir. 1748 yılında Londra'ya gelen bu bilgin, hekimler kolejinin bir üyesi olmuş ve devlet merkezinde tababet icra etmeye başlamıştır. Geniş deneyim ve bilgisi, derin kültürü sayesinde kısa zamanda ün sa*hibi olmuştur. 50 yıl çalışmış olduğu Londra'da bu ün gelmiş geçmiş bütün hekimlerle kabili kıyas olmayacak bir dereceyi bulmuştur.

Heberden etrafına çok güven veren bir kişiliğe sahipti. Zamanın en değerli hekimlerinden biri olan Dr. Samuel Johnson hastalandığı za*man "Bana zamanın en büyük hekimi olan Heberden'i çağırın" demiş*tir. Heberden oldukça uzun zaman yaşamıştır. 1801 senesinde öldüğü zaman 91 yaşında bulunuyordu. Ölümünü takip eden yıl, yine kendisi gibi yetenekli bir hekim olan William Heberden babasının Latince ya*zılmış olan eserlerini toplayarak "Hastalıkların Tedavi ve Tarihi" adı ile ve yanında İngilizce tercümesini de vererek yayınlamıştır. Bu eser*de 50 yıllık pratik bir tababetin notları mevcutlu. Bu eser klinik taba*betin en büyük kitaplarından sayılmakla ve sadece Hipokrat'ın afo*rizmleri ile mukayese edilmekledir.

Pott Hastalığı ve Pott Tümörü

Pott Hastalığı ve Pott Tümörü

Percival Pott 1714 – 1788


PERCİVAL POTT, 1714 yılında Londra'da dünyaya gelmiştir. Ya*zar olan babası, Percival henüz 3 yaşında iken ölmüş ve karısına cüzi bir para bırakabilmiştir. Bununla beraber Percival bazı zengin akra*baları sayesinde okuma fırsatını bulmuş ve 1729'da St. Bartholomew Hastanesi'ne cerrahi asistanı olarak girmiştir. Kısa zamanda ün sahibi olan Pott, henüz tahsilini tamamlamadan az çok bir refaha kavuşmuş ve annesi ile beraber yaşamaya başlamıştır. 1736 yılında Cerrahlar Derne-ği'nden (büyük diploma) almıştır. O zaman için bu diploma çok değerli bir ehliyet belgesi addedilmekteydi. Bu diploma verilmeden önce aday*lar çok sıkı bir sınava tabi tutulurlardı. Percival bir süre ortadan kaybola*rak bu sınav işini atlattı. Bununla beraber ün sahibi bir hekim olması ve yeteneğinin

Meckel Divertikülü ve Meckel Ganglionu - Johann Friedrich Meckel

Meckel Divertikülü ve Meckel Ganglionu

Johann Friedrich Meckel 1724 – 1774


DİVERTİKULUM KELİMESİ. Latinceden gelen bir kelimedir ve iki kelimeden oluşur. Diverl içe dönük ve çulum da huni şeklinde demektir. Yani büyük bir boşluktan kaynaklanmış küçük bir torba veya cepe benzer.
Barsak 1ardak i çeşitli divertikulumlar çok eskiden beri birçok anatomistler tarafından müşahede edilmiştir/Hatta bunlardan biri hakkında Da*nimarkalı ünlü Ruysch 1701 yılında yayınlamış olduğu bir kitapta geniş bilgiler vermektedir. Bununla beraber 1810 yı*lında Johann Friedrich Meckel (genç) bu gerçek konuya değininceye kadar bu divertikulumların gerçek menşe ve mahiyeti meçhul kaldı. Muhte*lif tipte divertikulumları gayet mükemmel bir tasnife labi tutan Meckel bunlardan biri hakkın*da özellikle geniş bilgiler vermiş ve bu suretle bugün Meckel diverlikulumu olarak tanınan anatomik bölge klasik bilgiler arasına girmiştir. Meckel divertikulumu konjenital barsak deformasyonları arasında hemen en çok rastlanan (% 2) bir durumdur. Genç Mcckel'in tababet ilmine ta*nıttığı bu divertiküle mukabil yaşlı Meckel "Meckel Ganglionunu" tarif etmiştir.

Yaşlı Friedrich Meckel 1724 yılında dünyaya gelmiş ve 1774'te öl*müştür. Göttingen'de okulu bitirdiği sırada 5. kafa çifti hakkında şayanı dikkat bilgi verdiği gibi, bugün Meckel mağarası olarak tanınan boşluğu da tarif etmiştir. Berlin'de Anatomi, Botanik ve Obstetrik profesörlüğü ifa etmiştir. Bugün için gayet acayip gelen bu ihtisas kombinezonu 200 sene evvel çok makbuldü. Yaşlı Meckel bundan başka yine ilk defa ola*rak submaksiller ganglionu da tarif etmiştir.

Colles Kırığı ve Colles Fasiası - Abraham Colles

Colles Kırığı ve Colles Fasiası

Abraham Colles 1773-1843


ABRAHAM COLLES, 1773 yılında İngiltere'de dünyaya gel*miştir. Babası doğduğu şehirde bir mermer ocağı işletirdi. Abraham henüz orta okulda okurken vuku bulan bir sel olayı kasaba he*kiminin evini yıkmış ve hekimin sele kapılıp giden bir anatomi kitabı Abraham'ın eline geçmişti. Küçük Colles bu kitabı götürüp hekime yani Dr. Buler'e verdi. Çocuğun kitaba olan ilgisini fark eden hekim ona bu kitabı hediye etti.

İşte bu sel afeti Colles'in geleceğinde önemli bir rol oynamış ve ona gelecekteki mesleğini seçmek imkanını vermiştir.

1790 yılında Colles Dublin Üniversitesi'ne girdi ve ünlü cerrah Philip VVoodruffe'un öğrencisi oldu. 1795 yılında İrlanda Cerrahi Aka*demisi 'nden hekimlik diplomasını aldıktan sonra mesleki tetkiklerine devam etti ve Edinburg'a gitti. Bu şehirde hummalı bir çalışmaya da*lan Colles'le konuşacak zaman dahi bulmak pek güç bir mesele teşkil ediyordu. Nihayet 1797 yılında Edin-burg Üniversitesi'nden Tıp Doktoru un*vanını almaya muvaffak oldu. Bundan sonra takriben 400 mil uzakta olan Londra'ya yaya gitmeye karar verdi ve günde 50 millik bir süratle bu yolculuğuna başladı ve Londra'ya vardı.

Londra hastanelerini ziyaret etmeye başlayan Colles evvela Sir Astley Cooper'e asistanlık etti. Daha sonra bu alimin kaleme almış ol*duğu herni konusundaki bir eserin resimlerini yapan bir ressama yar*dım etti.
1797 yılında Dublin'ne dönen Colles evvela pratik tıpla ilgilenme*ye başladı fakat kısa bir zaman sonra kendini cerrahiye verdi. 1799 yı*lında da eski hocası ve ustası Woodruffc'un yerine, St. Steevens hasta*nesine cerrah olarak tayin edildi.

Sir Charles Bell – Bell Paralizisi

Bell Paralizisi

Sir Charles Bell 1774 - 1842


Bell Paralizi olarak isimlendirilen ve 7. kafa çiftinin ekstra kranial bir bozukluğuna bağlı olarak meydana geln pa*tolojik hali ilk defa Bell tarif etmiştir. Bu buluş 1821 yıllında Kraliyet cemiyetinin "Felsefe kayıtları"nda yayınlanmıştır. 1829 yılında Bell bu konuya ait daha mufassal bir eser yayınlamış ve bu arada evvelce mevcut olan bazı hatalı görüşleri de tashih etmiştir. Charles Bell 1774 yılında Edinburg'da dünyaya gelmiştir. Babası bir din adamı idi. Bell hayatının son senelerinde babasından bahsederken "Hiçbir tahsili yok*tu, ona herşeyi annem öğretmişti" der. Bell 'in kişiliği üzerinde annesi*nin çok fazla etkisi olmuş ve mükemmel bir ilim ve sanat adamı ola*rak yetişmesinde çok fazla rol oynamıştır. Bell henüz öğrenci iken dis-seksiyon tekniği adlı bir kitap yazmış ve yayınlamıştır. 1804 yılında Londra'ya giden Bell bu hareketli şehirde artistler, heykeltraş ve res*samlara ait anatomi kursları açmış ve dersler vermiştir. Başlangıçta bu tanınmış genç Iskoçyalı çevresinde soğuk karşılanmış olmakla beraber değerli kişiliği sayesinde bu etkiyi kısa zamanda silmiş, gerek tıp ve gerekse sanat çevrelerinde büyük bir hüsnü kabul görmüştür. 1812 yı*lında Middlesex hastanesine cerrah olarak atanan Bell 1824'te Krali*yet Cerrahi Koleji'ne patolojik anatomi profesörü olmuştur.

Bell, 1811 yılında motor ve sensoniyel sinirlerin fonksiyonlarını keşfetmiştir. Bu buluş Harvey'in 1628 yılında kan dolaşımını keşfi ka*dar önemli addedilmektedir.

Burun ve Paranazal Sinüslerin Embriyolojisi ve Histolojisi

Embriyonun sefalik ucunda meydana gelen çukurluk, 5 tomurcuk ile çevrilmiştir. Bunlardan birincisi tek olup alın tomurcuğu adını alır. Diğerinin ilk iki çifti üst çeneyi, son iki çiftide alt çeneyi meydana getirir. Alın tomurcuğunun alt yüzünde ektodermik değişim sonucu olfaktif plakodlar belirir ki bu burun boşluğunun duyu mukozasının ilk taslağıdır. İntrauterin hayatın 5. haftasında alın tomurcuğundan, orta hattın her iki yanında bir iç birde dış olmak üzere iki burun tomurcuğu teşekkül eder ve burunun bütün yapıları, bu çift ikincil tomurcuktan meydana gelir.

BURUN VE PARANAZAL SİNÜSLERİN HİSTOLOJİSİ
Burun boşluğu ve paranazal sinüslerin histolojisi birbirine benzemesine rağmen aralarında belirgin farklılıklar vardır.
Burun boşluğu ve sinüsler silendrik titrek tüylü epitel (psödostratıfiye kolumnar epitel) ile örtülüdür .

(Burun ve paranazal sinüslerin mukozası, geniz (rinofarinks , epifarinks) denen kısmı da örter. Eustachi borusunun orta kulağa giriş ağzına kadar ilerler.
Orta kulakta kübik epitele dönüşür.
Orofarinks de yassı epitele değişir.
Larinks silindirik tüylü epitel ile örtülüdür. Yalnız ses telleri (cord vocallerde) yassı epitel görülür.)

Hitit Döneminde Tıp

Hitit Döneminde Tıp
Hititler savaşçı ve asker bir toplum olarak biliniyor. Bundan dolayı birçok cerrahi uygulamanın yapılmış olması beklenirken eldeki bulgular büyü ve dinsel ağırlıklı tedavilerle, bitkisel tedavilerin daha çok yapıldığını gösteriyor. Hititlerde tanrılar, toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi, hastalık konusuyla da yakından ilgiliydi. Hastalıkların genelde tanrısal cezalandırılmayla ortaya çıktığına inanıldığından, bundan kurtulmanın tek çaresi, tanrılara gerekli özeni göstermek ve belirli törenlerle gerekli kurbanları sunmaktı. Hitit döneminde, Mezopotamya ve Mısır’da tıp çok ileriydi. Hititler de tıp bilgilerini Mezopotamyalılar ve Anadolu’nun yerli halklarından aldı. Eldeki tabletlerden doktorlara ilişkin ayrıntılı bilgilere de ulaşılmıştır. Tahminlere göre doktorluk, büyücülük ve kâtiplik iç içeydi. Ayrıca doktorların arasında bir hiyerarşi de vardı. Tabletlerden yalnızca erkek doktorların değil kadın doktorların da olduğu anlaşıldı. Bununla birlikte kadın doktorların tıbbî girişimlerden çok büyü işlemleri uyguladığı sanılıyor. Ayrıca Hitit yasalarında doktor ücretleriyle ilgili bilgiler de var. Örneğin, yaralanmış hastayı tedavi eden doktora 6 “şekel” gümüş verileceği tabletlerde yazılı. Bulunan tıbbî kil tabletlerde kırka yakın hastalığın adı da geçiyor. Bunlar, belirtilerine göre adlandırılarak göz kanaması, göz bulutu (katarakt), gözde kızarıklık ve gözlerin yaşarması biçiminde ayrılmış.

Anadolu’nun günümüzdeki bitki çeşitliliği eskiden de vardı. Hititler de bu zengin bitki topluluğundan tedavi amaçlı yararlandılar. En çok kullandık-ları bitkilerden bazıları adamotu, banotu, haşhaş, mazı, mersin, meyan kökü, safran ve zeytindi. İlaç yapımı için kullanılacak hammadde miktarı biraz, çok ya da yarım gibi ölçülerle anlatılır, alınacağı zaman da gece ya da gündüz biçiminde belirtilirdi. Bitkilerin kullanılışı, kimyasal yapılarından çok, yapılarında var olduğuna inanılan sihirsel güçten kaynaklanıyordu. Kullandıkları ilaç reçetelerinin bir bölümünün Mezopotamya tıbbından alınmış olduğu tahmin ediliyor. Maden ve hayvan kökenli ilaçlarsa

Farmakoloji Nedir? Farmakoloji Ders Notları

Farmakoloji Nedir? Farmakoloji Ders Notları

Farmakoloji ilaç bilimidir. İlaçların biyolojik sistemlerle etkileşmesini, böylece hastalıkların teşhisi, tedavisi, profilaksisi (önlenmesi) için gereken en uygun ilacı saptayarak elde ediliş yerleri, elde edilme şekilleri, vücutta yaptıkları etkiler, vücuttan atılmaları, yan etkileri ve zehirlenme durumları birbirinden farklıdır.

Farmakoloji birçok alt dala ayrılır.

Farmakodinami

Farmakodinamide ilaçların insan vücudunda yaptığı fizyolojik olaylar üzerinde etkilerini, mekanizmalarını ve bunun temel ilkelerini inceler. Yani ilaçların insan vücuduna ne yaptığını inceler.

Kemoterapi

İnsan vücudunda bulunan bakteri ve diğer mikroorganizmaların, çeşitli parazitlerin yaptığı hastalıkların tedavisini inceler. Yani vücuda yerleşen yabancı bir konuğa karşı ilaçların ne yaptığını inceler.

Toksikoloji

Zehir bilimidir. İlaçların ve ziraatte kullanılan kimyasal maddelerin toksit etkilerini inceler. Bütün ilaçlar alışık olduğu dozdan fazla miktarda alındığı zaman vücut için toksit etki gösterebilirler. Hatta bazen normal dozlarda kullanıldığı zaman bile bir takım toksit etkiler oluşturabilirler. Bu etkilere ilaçların yan etkisi adı verilir. (Farmakoloji dersi)

Biyofarmajotik

İlaç Tedavisi ve Bitkisel İlaç Tedavisi

İlaç Tedavisi ve Bitkisel İlaç Tedavisi

İlaçlar hastalıkların tanısı, tedavisi profilaksisi ve diğer tıbbi araçlar için kullanılır. Tedavi hastalıkların iyileşmesi, ilaçların kullanılma amaçlarının en önemlisidir.

Eğer bir hastaya yapılan tedavi hastalığın bütün nedenini, belirtilerini tamamen ortadan kaldıracak şekilde yapılıyorsa bu tür tedaviye radikal tedavi adı verilir.

Eğer hastalığın nedeni ortadan kaldırmayıp patolojik olayı ve hastalığı kısmen etkileyerek yani hastalığın gelişmesini yavaşlatarak sadece semptomlarını ortadan kaldırıyorsa palyatif tedavi adı verilir.

Hastalık tedavi edilirken sebebin ve hastalığın ne olduğunu bilmeden ilaçların hastalıktaki rolünü ve etki şeklini bilmeden, sadece gözlemlere dayanarak yapılan tedavi şekline ise ampirik tedavi denir. (İlaçla Tedavi)

İlaçların Vücuttaki Etkileri

İlaçların Vücuttaki Etkileri

İlaçlar vücut fonksiyonları veya zihinsel fonksiyonlar üzerinde etki oluştururlar.

İnsan vücudunda üretilen veya dışarıdan alınması gereken ve eksikliği sonucunda hastalık oluşturan aktif maddeleri yerine koyarlar.

Vücuda girerek hastalık oluşturan patolojik mikrop, parazit veya bazı zararlı maddeleri dışarıya atar veya yok edilmelerini sağlar.

İlaç Etkileri

İyi bir ilaçta bulunması gereken özellikler

İlaçların kullanılması gereken amaç ve ilgili hücre ve yapılara ve buradaki biyolojik olaylara etkili olması, buna karşılık diğer dolum ve organlarda etkili göstermemesi gerekir. Selectivite (seçicilik) adı verilir. Fakat bu özellik ilaçlarda tam olarak bulunmaz, göreceli olarak bulunur. Örneğin; digital glikozidler sadece kalp kasına etki gösteren maddelerdir.

İlaç etkisinin geçici olması gerekir. Yani ilaçların etikisinin kısa bir süre içinde ortadan kalkması gereklidir. Vücutta kalıcı etkiler zehirlerin bir özelliğidir. İlacın etkisi doza bağlı olmalıdır.

İlaçların adları

İlaçlar 3 şekilde adlandırılır. Bunlar;

Genel adlar, Ticari Adlar ve Kimyasal Adlardır.

Genel ad; ilaçlarla ilgili eğitimde, bilimsel çalışmalarda, ülke ve uluslar arası düzeyde iletişim kolaylaştırılması ve standartlaştırılması amacıyla kullanılır. Bu çalışmalar WHO tarafından yönetilmektedir.

Örneğin; Aspirin

İlaçların Sıvı Farmasötik Şekiller ve Farmasötik Ürünler

İlaçların Sıvı Farmasötik Şekiller ve Farmasötik Ürünler

Solüsyon Nedir; etken maddenin su veya diğer bir çözücüde çözünmesiyle elde edilir.

Enjeksiyonluk Solüsyon; vücuda enjekte edilmeye özgü steril solüsyonlardır. Bunlar yağlı veya sulu solüsyon şeklindedir. Yağlı solüsyon intravenöz ve intradermal olarak kullanılmazlar. Solüsyon halinde çabuk bozulan ilaçlar çözücü ve etken maddeleri ayrı olarak hazırlanırlar. Kullanılacakları zaman steril çözücü ile etken madde karıştırılır.

Emülsiyon Süspansiyon Nedir; bunlar birbiri içerisinde erimeyen 2 fazlı sistemlerdir. Emülsiyonda her 2 faz sıvıdır, süspansiyonda ise fazlardan biri sıvı diğeri katıdır. Süspansiyon katı ilaçların bir sıvı içerisinde küçük partiküller halinde dağılması suretiyle elde edilir. Ve bunlar bir süre bekleyince katı maddeler dibe çöker. Bu nedenle kullanılmadan önce iyice karıştırılmalıdırlar. Emülsiyon ise bir sıvı maddenin diğer sıvı içinde damlacıklar halinde dağılmasıdır. (farmasötik mikrobiyoloji)

Ağızdan Alınan Farmasötik Şekiller ve Farmasötik Kimya

Ağızdan Alınan Farmasötik Şekiller ve Farmasötik Kimya

Tablet (Komprime Nedir); Toz halindeki etken maddelerin çeşitli bağlayıcı maddelerle karıştırılarak özel makinalarda sıkıştırılmasıyla elde edilir. Değişik şekillerde olabilir. Bu tür farmasötik şekiller sindirim kanalında su alıp şişerek dağılırlar. Bazıları ise doğrudan ağızda çiğneme tableti şeklinde kullanılırken bazıları da suda köpüren şekilde olabilir.

Draje Nedir; Tabletlerin şeker, çikolata gibi tatlandırıcı maddeler ile kaplanmasıyla elde edilir. Böylece alınmaları daha kolaylaştırıcı olur.

Pilul (Farmasötik İlaç); Toz halindeki aktif etken maddelerin bağlayıcı maddeler ile karıştırılarak küçük kürecikler haline gelmesiyle elde edilir.

Kapsül Nedir; lezzet ve koku bakımından hoş olmayan sıvı veya katı etken maddelerin alınmasını sağlamak amacıyla bunların silindir veya zeytin şeklinde jelatin muhafaza ile kaplanması sonucu elde edilir.

Kaşe nedir; lezzet ve kokusu hoşa gitmeyen etken maddelerin nişastadan yapılan yassı silindirik muhafazalar içine alınmasıyla elde edilir.

Toz; sentetik veya doğal kaynaklı çeşitli ilaçlar toz haline getirilerek kaşık veya diğer ölçeklerle alınır.

Paket; toz halindeki ilaçların bir defalık dozlarını kağıt paketler içerisine konulmasıyla elde edilir. (farmasötik teknoloji)

İlaç Uygulama Yerleri ve İlaç Uygulama Talimatı

İlaç Uygulama Yerleri ve İlaç Uygulama Talimatı

İlaçların belli bir yerde etki yapabilmeleri için o bölgede belirli bir konsantrasyonda bulunması gerekir. Bu konsantrasyona etkin konsantrasyon denir.

MEK; ilaçlar verilirken miktarları ve uygulama yerleri o şekilde seçilmelidir ki aktif madde etki yerine minimum etkin konsantrasyonda ulaşabilsin. İlaçların uygulama yerleri ilaç vermekle elde edilecek amaca göre 2 grupta toplanır.

İlaç Uygulama Yöntemleri

Lokal uygulama yerleri
Sistemik uygulama yerleri

Lokal uygulama yerleri; ilaçlar lokal olarak; cilt üzerine, cilt içine, konjünktivaya, intranazal, intrakardiyak, intrauterin, intravajinal, intraplevral, intraperitonal, rektal ve kolon içine, ağız içi uygulanır.

İlaç Uygulama Yolları

Cilt içine uygulama; bazı test serumları, bakteriyolojik test serumları bu şekilde cilt içine verilerek uygulanır. Bu tür uygulamada solüsyonun miktarı 0,1 ml’den fazla olmamalıdır.

İlaçların Vücuttaki Akibeti

İlaçların Vücuttaki Akibeti

İlaçlar vücuda uygulandıkları yerden emilir ve dolaşıma katılır. Dolaşım sistemiyle etki edeceği yere ulaşır ve etkisini gösterir. Vücutta bazı ilaçlar kimyasal değişikliğe uğrar ve sonunda vücuttan atılırlar.

Bütün bu olaylar değişik faktörlerin etkisi altında kalır. Buna bağlı olarak ilacın etki şekli de değişebilir.

İlaçlar bu etkileşimler yanında bazı normal vücut olaylarını da değiştirebilir. İlaçlar uygulandıktan sonra vücutta dağılırlar, metabolize olurlar ve dışarı atılırlar. İlaç uygulandığında emilir, dağılır, mobilize olur ve vücuttan uzaklaştırılır.

Emilim (Absorpsiyon)

İlacın emilimi uygulandığı bölgede kan veya lenf dolaşımına geçmesidir. İlacın lokal etki etmesi istenildiğinde emilimi istenmez. Sistemik etki istenildiğinde emilim ne kadar çabuk olursa ilacın etkisi o kadar çabuk başlar.

İlaçların emilimlerini etkileyen bazı faktörler vardır. Bunlar emilim hızını etkileyen faktörler olarak isimlendirilir. Bu faktörler;

İlacın veriliş yolu, ilacın özellikleri ve emilim yüzeyinin genişliği ve daralmasıdır.

Uyuşturucu Nedir (Madde) Bağımlılığı (Toksikomani)

Uyuşturucu Nedir (Madde) Bağımlılığı (Toksikomani),

Uyuşturucu İle İlgili

Genellikle belirli maddelerin, ilaçların alışkanlık sonucu gittikçe artan miktarlarda fiziksel ve ruhsal gereksinim olarak alınmasıdır. Alınan madde veya ilaç, rahatlık ve mutluluk duygusu yarattığından, yeniden ve birçok kez alma arzu ve isteğinin uyanması, en önemli ve belirgin bağımlılık işaretidir

"Uyuşturucu madde bağımlılığı" kavramı ile ilgili olarak, değişik düşünürler ve uzmanlar değişik tanımlar yapmışlardır. Herkesin kabul edebileceği ortak bir tanım BM Dünya Sağlık Örgütünce yapılmıştır. Bu tanım şöyledir:

Uyuşturucu (Madde) Bağımlılığı Belirtileri, Uyuşturucu Hakkında

Uyuşturucu (Madde) Bağımlılığı Belirtileri, Uyuşturucu Hakkında

Uyuşturucu bağımlısı birey daha mutlu ve rahat olabilmek için kullandığı maddeyi daha fazla miktarlarda almayı arzu eder. Eğer bulamazsa, mutsuzluk başlar ve bu durum günlük yaşamını da etkiler, huzursuzluk ve olumsuz davranışlar göstermeye başlar, çevresini üzer. Bağımlı birey düzenli uyuşturucu alan kimsedir. Maddeyi bulamaz ve alamazsa fiziksel olarak hastalık belirtilerine benzer özellikler oluşur. Ateş yükselmesi, kusma ve şiddetli çırpınmalar görülebilir. Bu belirtiler alınan uyuşturucunun özelliğine, koşullarına ve bireyin özelliklerine göre değişiklik gösterir.

Uyuşturucu Tarihi, Uyuşturucunun Tarihçesi

Uyuşturucu farklı tarihsel dönemlere ve farklı kültürlere göre farklı anlamlar taşıyan bir maddedir. Bu bölümde uyuşturucu ve uyuşturucu kullanımının tarihteki ortaya çıkışı, görünümü ve sürecini özetleyeceğiz. Bunun yanısıra gelişmiş ülkelerde ve sonra da Türkiye'deki uyuşturucu ile ilgili sosyopolitik gelişmelere değineceğiz.

Başlangıç, Uyuşturucu Hakkında Bilgi

Uyuşturucu kullanımının başlangıcı çok eskidir. Uyuşturucu maddelerin kullanımı insanlık tarihi ile birlikte başlamıştır, insanlar bir arada yaşamaya başladıkları andan itibaren "ilaç" niyetiyle çeşitli maddeleri kullanmışlardır. İlkel insanlar tarih öncesi dönemlerde doğada mevcut çeşitli bitkilerden ağrı kesici, yatıştırıcı olarak yararlanmışlardır. Dinsel törenlerde, şölenlerde ve toplulukların çeşitli seramonilerinde uyuşturucu ve keyif verici maddeler kullanıldığı bilinmektedir.

Khat Nedir - Khat Tedavisi

Uyuşturucu Çeşitleri, Uyuşturucu Bilgi

Khat Nedir

Yemen ve Doğu Afrika'nın yüksek bölgelerinde yetiştirilen "catha odulis" bitkisine "khat" adı verilmiştir. Bu bitki ayrıca Arap ülkelerinde, Arap Yarımadasının bir bölümünde, Habeşistan, Somali, Kenya ve Madagaskar'da yetişir.

Bu bitkinin uç kısmındaki körpe yaprakları çiğneyerek kullanılır. Taze yaprak halindeki khatın etken maddesi "Katinon" adı verilen bir birleşiktir. Katinon amfetamin benzeri etkiler oluşturur. Khatın kullanımı ülkemiz için yaygın değildir ve bir sorun oluşturmaz.

Belirtileri

18 Mart 2011 Cuma

Yaşa Bağlı Olarak Meydana Gelen Yüzdeki Değişikliklerin Adli Tıptaki Yeri

Yaşa Bağlı Olarak Meydana Gelen Yüzdeki Değişikliklerin
Adli Tıptaki Yeri


Changes in Human Face Due to Aging in Forensic Medicine
Dr. Vugar K. Hüseynov*
Dr. Bahadur E. Abbasov**

Adli Bilimler Dergisi
ÖZET
İnsanın kronolojik yaşı dış görünüş yaşı ile her zaman tam bir benzerlik göstermez. Doğduğu günden itibaren yaşlanması genetik özelliklerle olduğu gibi çevresel etkilerle de ilgilidir. Bu etkenler nedeniyle insanın dış görünüşünde özellikle yüzün şekil ve görünümünde oluşan değişikliklere göre kesin yaş tayini yapmak amacıyla farklı alanlarda, farklı yöntemlerle çalışmalar yapılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Adli bilimler, yaşlanma, deri.
SUMMARY
Chronological age of a person is not always same as his outlooking. Beginning from the birth, both genetic and environmental factors effect aging. Different methods in different research areas are being performed to find out the exact age especially from the changings of the morphology of face.
Keywords: Forensic science, aging, skin.

Her yıl dünyada yüz binlerce insanın kayıp olduğu bildirilir. Bunlar çalınmış çocuklar, gençler, kaybolmuş yaşlı vatandaşlar, polisçe aranan kişiler olabilir (1). Modern mahkeme tababeti ve adli-tıp ilminin karşılaştığı önemli meselelerden biri dış görünüş bulgularına göre yaşın tayini problemidir. Şu ana kadar bu konuda bir çok çalışma yapılmış olmasına rağmen konuyu tamamen kapsayan bir çalışma bulunmamaktadır.

17 Mart 2011 Perşembe

Kürtaj Tekniği

Kürtaj Tekniği
Kürtaj öncesinde gebe mutlaka jinekolojik muayene ve transvaginal ultrasonografi ile değerlendirmelidir. Günümüzde genellikle bizde de olduğu gibi vakum aspirasyon yöntemi ile küretaj yapılmaktadır. Bu işlem sırasında kullanılan vakum sistemi uçları Karmen Kanülü olarak isimlendirilmekte olup bu plastik uçlar steril tek kullanımlık olup bir defa kullanıldıktan sonra da mutlaka atılmalı ve tekrar kullanılmamalıdır. Rahim kanalına ve gebeliğin büyüklüğüne uygun ebadlarda farklı uçları vardır.
Kürtaj sırasında isteğe veya tıbbi zorunluluğa göre genel anestezi yada lokal anestezi uygulanabilir. Daha önce hiç doğum yapmamış veya sezaryen ile doğum yapmış kadınlarda öncelikle genel anestezi tercih edilir. Genel anestezi tercih edilmesinin sebebi kürtaj işleminin ağrılı olması ve bu işleme bağlı duyulacak fiziksel rahatsızlığın yok edilmesinin yanı sıra psikolojik açıdan kadının hiç bir şey hatırlamamayı sağlamasıdır. Lokal anestezi planlanmış ise , bu teknikte rahim ağzının her iki yanına anestezik ilaç enjekte edildiği halde rahatsızlık hissi ve vakum esnasında kasıklarda ağrı duyulabilir. Kürtajın psikolojik etkisi de düşünüldüğünden dolayı eğer tıbbi sakınca yoksa genel anestezi tercih edilmektedir. Genel anestezi kısa süreli bir ansetezi olup tecrübeli bir anestezi uzmanı tarafından verilmelidir. Anestezi, yani uyuma süresi vakum ile yapılan kürtaj işlemi kısa olduğu için ortalama 3-5 dakika kadardır ( kürtai işlemi de ortalama 3-4 dakika sürmektedir). Uyanma süresi genellikle 4-5 dakikadır ve İşlem sonrası 1/2 saat dinlenmenin ardından anestezi etkisi geçtiği için hasta evine rahatlıkla gidebilmekte ve normal yaşantısına da dönmektedir.
İşlem öncesi mutlaka ortalama 4- 6 saat açlık ,gereklidir. Tabii ki bu sürede u içilmesine de izin verilmez. Bazen hekime danışılarak 1-2 adet sigaraya izin verilebilinir. Kürtaj öncesi işlemi yapacak hekim tarafından daha önce geçirilmiş operasyon ve tıbbi hastalıklar sorgulanır. En önemli noktalardan biri de çiftlerin her ikisinin kan gruplarının da bilinmesi zorunluluğudur.Anne kan grubu negatif ve baba kan grubu pozitif ise Rh uygunsuzluğu veya diğer adı ile kan uyuşmazlığı söz konusu olduğundan kürtaj işlemi sonrası ilk 72 saat içinde uyuşmazlık iğnesinin ( Anti-D iğnesi) yapılması ilerdeki gebeliklerin sağlıklı olması açısından çok önemlidir.
Kürtaj işlemi bir jinekolog tarafından jinekolojik masada muayene ve ultrasonografik incelemeyi takiben yapılır. İşlem öncesi yapılacak ultrasonografi ile gebelik haftası kesin olarak saptanmalıdır. Çünkü yasa gereği ülkemizde son adet tarihinin ilk gününe göre yapılan hesapta gebelik haftasının 10 haftanın altında olması şarttır!!. Jinekolojik masaya yatmış hastaya rahim ağzının tam olarak görülebilmesi için önce vajinal spekulum yerleştirilir. Takiben vagina ve rahim ağzı özel bir antiseptik solüsyonla silinir.Rahim ağzı tek dişli olarak isimlendirilen bir alet ile tutulup çekilir ve düz hale getirilir. Lokal anestezi uygulanacak ise bu işlemden sonra lokal anestezik ilaç rahim ağzının etrafına yapılır. Genel anestezi uygulanan hastalar bu prosedürü başından itibaren yani jinekolojik masaya yattıtıkları andan itibaren hiç hissetmezler ve hiç bir şey görmezler. Rahim ağzını genişletmek için buji adı verilen aletler kullanılır ve bu genişletme gebelik haftasının büyüklüğüne göre yapılır. Daha önce normal doğum yapmış veya gebelik haftası küçük ( 5 haftalık gibi) hamilelerde bu dilatasyon bazen hiç gerekmemektedir. Dilatasyon yani rahim ağzının açıldığı dönem ,lokal anestezi uygulanan kadınlarda kürtaj işleminin en sıkıntılı ve ağrılı dönemdir.
Bujilerle yapılan dilatasyonun yani rahim ağzını genişletmeni takiben tek kullanımlık steril olan ve özel boyutlarda bulunan plastik , yumuşak kanüller ile rahim ağzından girilerek rahim boşluğuna ulaşılır.Takiben kanülün ucu özel üretilmiş ve 60 santilitrelik vakum yaratan özel enjektöre ( Karmen enjektörü) monte edilir,enjektör ile negatif basınç sağlanarak rahim içi aspire edilerek, emilerek temizlenir. Bu yöntem ile keskin,metal küretlerin kullanımı çok aza indirilmiştir ve genellikle de hiç kullanılmamaktadır.Eskiden ve halen de bazı merekzlerde keskin metal küretler ile yapılan kürtajlarda rahim delinmesi, yapışıklık riski daha fazla olmaktaydı. 10 haftanın altındaki kürtajlarda artık bu eski yöntem hemen hemen hiç kullanılmamaktadır. Günümüzde keskin metal küretler ile yapılan küreraj sadece tanı ve biopsi amaçlı kullanılmakta olup doğru ve yeterli parça alınması için şarttır.
Vakum ile rahim içi temizlendikten sonra tek dişli çıkarılır ve çıktığı yerdeki az miktarda kanama bir gazlı bez ile bastırılıp tampone edilerek durdurulur. Vajina tekrar antiseptik solüsyonlarla ile yıkanıp steril spekulum çıkarılır.Kürtaj olmuş hasta masada kaldırılmadan rahim içi ultrasonografi ile içeride parça kalıp kalmadığını anlamak için kontrol edilir.Ağrının daha sonra şiddetli olmaması ve hasta rahat etmesi için kalçadan iğne ile veya makattan fitil ile ağrı kesici ilaç uygulanır. Kürtaj Sonrası...
İpaş Karmen aspirasyon Vakum Sistemi. Özel üretilmiş ve ucuna gebelik haftasına uygun plastik steril tek kullanımlık karmen kanülleri monte edilen ve 60 santilitrelik vakum yaratan özel enjektör ( Karmen enjektörü) . Negatif basınç sağlanarak rahim içi aspire edilerek, vakum yapılarak emilerek temizlenir.
Yukarıda resmi bulunan özel enjektörün ucuna monte edilerek rahim içindeki gebeliğin vakum yöntemi ile aspire edilmesine olanak sağlayan tek kullanımlık, plastik steril karmen kanül uçlar. Bu plastik kanül uçlarının çapları, kalınlığı, gebelik büyüdükçe artmaktadır. 5 ila 10 hafta gebelik için ,her gebelik haftasına uyumlu karmen kanül ucu bulunmaktadır.

Sigaranın İçinde Bulunan Maddeler, Sigaranın Zararları

Sigaranın İçinde Bulunan Maddeler, Sigaranın Zararları

Sigara ve sigara dumanı çok miktarda ve değişik özel*likte zararlı madde içermektedir. Yapılan araştırmalar siga*ra dumanında 4000'den fazla zararlı madde bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu maddelerin büyük bir kısmı kanser yapıcı özelliktedir.

Sigara dumanı tütün bitkisi yapraklarının tam yanmaması sonucu oluşur. Sigara dumanının içerdiği maddeler gaz veya tanecik halinde bulunmaktadır. Sigaranın ağız kısmında içe çekilme sırasında oluşan duman "Ana Du*man" olarak tanımlanır. Yanan sigaranın ucundan ve ağız kısmından kendiliğinden çıkan duman ise "Yan Duman" olarak tanımlanmaktadır.

Sigara ve Kadın, Sigara İçen Kadın

Sigara ve Kadın, Sigara İçen Kadın

Çeşitli ülkelerde yapılan araştırmalar sonucunda kadınların erkeklerden daha uzun yaşadığı belirlenmiştir. Bunda, son yıllara kadar erkeklerden daha az sigara içmelerinin etkisi olduğu düşünülmektedir. Ama son yıllarda, sigara içen kadınların sayısındaki artışla birlikte bu durum da değişmeye başlamıştır. Şehirlerde yaşayan kadınlarda bu artış açık bir şekilde gözlenmekle birlikte, köylerde hâlâ çok düşüktür. Olası nedenlerden biri, son yıllarda sürekli gündemde olan ve artık günlük yaşantımıza yerleşmeye başlayan kadın erkek eşitliği konusudur. Çoğu kadın, kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olması gerektiğini düşünür ve haklı olarak savunur. Evet, kadınlar haklarını savunmalıdır ama erkeklerle eşit haklara sahip olmak demek onların yaptığı iyi veya kötü herşeyi aynen yapmak demek değildir. Onlar sigara içiyor diye, bir tür kendilerini kanıtlama güdüsüyle, sigara içmemelidirler. Diğer bir neden, kadınların iş hayatının her alanında yer almaya başlamasıyla günlük streslerinin artması ve daha da önemlisi ekonomik özgürlüklerini kazanmalarıdır. Bazı tiryakilerin deyimiyle, kadınlar sigarayı "stresten kurtulmak, sakinleşmek ve işlerine daha iyi konsantre olabilmek için" kullanıyor olabilirler.

Sigaranın Yaptığı Hastalıklar, Sigara Hastalıkları

Sigaranın Yaptığı Hastalıklar, Sigara Hastalıkları

Sigaranın yanmasıyla ortaya çıkan zararlı maddelerin sayısı 4.000'in üstündedir. Bir tek sigaranın yanmasıyla 5 milyon partikül ortaya çıkar. Zehirli maddeler, tütün bitki*sinin yetiştiği topraktan, tarımda kullanılan koruyucu ilaç*lardan, bitkinin yapraklarından ve sigaranın kağıdından kaynaklanır. Bunları şöyle sınıflandırabiliriz:

A- Kanser Yapanlar:

En önemlileri, aromatik hidrokarbonlar, nitrosamin ve radyoaktif maddeler olup bunlar iki grupta toplanırlar: a- Kanseri başlatanlar b- Kanseri hızlandıranlar

B- Damar Sisteminin Erkenden Tıkanmasına Sebep Olanlar: Örnek: Nikotin

C- Solunum Sistemini Tahriş Eden Maddeler: Formaldehit ve Katran, Amonyak gibi.

D- Oksijen Taşınmasını Engelleyen Gazlar: Sigara dumanında bulunan karbonmonoksit gazı.

Tütün yaprağı, ciklet, enfiye, pipo, puro, nargile ve si*gara şeklinde kullanılmaktadır.

Sigara Nasıl Bırakılır, Sigara Bırakma Yolları

Sigara Nasıl Bırakılır, Sigara Bırakma Yolları

Gerçekten de sigarayı bırakmak her zaman sanıldığı kadar kolay olmaz. Ama dünya üzerinde her gün sigaraya yeni başlayanlar kadar bırakan kişilerin de olduğunu bilmek insanı rahatlatıyor. Güvenilir istatistiklere sahip olmalarından dolayı Amerika'ya baktığımızda sadece son 25 yıl içinde 50 milyon kişinin sigarayı bıraktığını görmekteyiz. Yani aşağı yukarı ülkemizin nüfusuna yakın bir sayı. Bizim ülkemizde ise kesin bir rakam verememekle birlikte herhalde aynı zaman diliminde sigara içenlerin korkunç derecede arttığı bir gerçek. Yıllardan beri girmek için uğraştığımız Avrupa Birliği'nde (Yunanistan'la Portekiz'i saymazsak) sigara içme oranı giderek düşmekte. Neden onların bıraktığı, günlük hayatta halka açık yerlerde içimini yasakladığı, kesinkes zararlı olduğu ve içerdiği nikotin nedeniyle aynı esrar veya alkol gibi bağımlılık yaptığı bilinen sigarayı biz içelim? Yurtdışına gidenler bilirler, buralarda sigara içenlere ikinci sınıf insan muamelesi yapılır. Bunlar bahçede, apartman boşluklarında, kapı kenarlarında sigara içerler. Lokantalarda istedikleri yerlere oturamazlar, sigara içilmeyecek bir yerde içtiklerinde para cezası öderler. Artık bir yıldır sigaranın yasaklanması ile ilgili kanun ülkemizde de çıkmış olmasına rağmen insanların duyarsızlıkları sonucu maalesef tam olarak uygulanamamaktadır. Bugün Avrupa ülkelerinde yaşayan çeşitli milletlerden insanlar arasında Türklerin özel bir yeri vardır. Öğrenci, işçi ya da göçmen olarak gittikleri ülkelerde genellikle en çok sigara içen kişiler ne yazık ki bizden çıkmaktadır. Önceden yüzyıllarca söylenen "Türk gibi kuvvetli" sözü ne yazık ki bugün, çok sigara içenlere alayla söylenen "Türk gibi sigara içme"ye dönmüştür, ülkemizi ileriye götürecek olan siz modern Türkiye Cumhuriyeti gençliğinin, böyle gereksiz ve zararlı bir alışkanlığa dur demesinin zamanı gelmiştir. Böylelikle yalnız siz daha sağlıklı olmayacaksınız, ülkemizin genel imajı da düzelecektir.

Biotin Nedir, Biotin Vitamini Nerede Bulunur

Pantotenik asit

Vücutta yardımcı enzim görevi vardır. Karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasında gereklidir. Bütün yiyeceklerde bulunur. Eksikliğine pek rastlanmaz.

Biotin Nedir, Biotin Vitamini Nerede Bulunur

B grubu vitaminlerindendir. Eksikliği pek görülmez. Çiğ yumurta beyazındaki bir madde tarafından (avidin tarafından) etkisizleştirilir.
Biotin İçeren Besinler; Mayalı ekmek biotin yönünden zengindir. Bu açıdan mayalanmış yiyecekler ve boza gibi içeceklerde de bol olarak bulunur.

Kolin Nedir, Kolin Maddesi

Yağların taşınması ve metabolizması için gereklidir. İnsanlarda eksikliği pek görülmez. Fosfor kapsayan yağlı (fosfolipit bulunan) yumurta sarısı, süt, organ etleri gibi yiyeceklerde çoktur. Kurubaklagillerde ve tahıllarda vardır.

Mikrobiyoloji Nedir, Mikrobiyoloji Notları

Mikrobiyoloji Nedir, Mikrobiyoloji Notları

Mikroorganizma Nedir, Mikroorganizmaların Sınıflandırılması

Mikroorganizma Çeşitleri; (tek hücreli canlılar) önceleri, hayvanlardan ve bitkilerden ayır*mak için ayrı bir grupta (protista) toplanılmıştır. Daha sonra yüksek protistalar (yeşil algler, protozoonlar, maya mantarlar, klorofitler, pirofitler ve öglonofitler) ve basit protistalar (bakteriler ile mavi-yeşil algler) olarak tasnif edilmiştir.


Mikrorganizmaları bir başka temel sınıflandırma kriteride, hücre çekirdek yapısına göre ökaryotikler (protozoonlar, mayalar, mantarlar, algler, bitkiler, hayvanlar) ve prokaryotikler (bakteriler) olarak yapılmıştır. Virüsler bu sınıflandırmalar dışında tutulmuştur.

Virüsler, Virüs Çeşitleri, Virüsler Bakteriler

Virüsler, zorunlu hücreiçi paraziti mikroorganizmalar olduklarından canlı ortam dı*şında üremezler. Bu yüzden viral hastalıkların teşhisinde 20 yüzyılın son yarısında önemli gelişmeler olmuştur. Hayvanlardaki ilk virüs izolasyonu 1898 de üretilen şap virüsüdür. İnsan virüslerinin izolasyonu daha sonraki yıllarda incelenmeye başlanmış ve 1910'da kuduz, çiçek, sarı humma ve poliomiyelit etkenlerinin virüs olduğu biline*biliyordu. 1940 yılma kadar 45 viral hastalık tespit edilebilmişken, 1990'larda 350'den fazla virüs türü izole edilmiş durumdadır. Bu gelişmede virüs üretme ortamları olarak kullanılan, deney hayvanları, embriyolu yumurta ve nihayet doku /hücre kültürü (maymun böbrek hücre kültürü, bebek hamster böbrek hücresi, VERO, HeLa vs) tek*niklerindeki gelişmelerin, elektronmikroskopi tekniklerinin, monoklonal antikor üre*timinin, PCR'm, moleküler genetik metotlarının ve bilgisayar teknolojilerindeki geliş*melerin önemli katkısı bulunmaktadır.

@Mi_DeliMiDeli