Sayfalar

İzleyiciler

13 Ocak 2024 Cumartesi

Cumhuriyet’in ilk yüzyılında sağlık politikaları ve ikinci yüzyıl için önceliklerimiz

Toplum sağlığını belirleyen etkenlerin çoğu doğrudan sağlık hizmetleriyle ilgili değil; gelir, sosyal koruma, eğitim, çalışma ve yaşam koşulları, gıda güvenliği, barınma, temel olanaklar, çevre, erken çocukluk gelişimi, kapsayıcılık gibi etkenler toplumun ne kadar sağlıklı olduğunda belirleyici.  Dolayısıyla sağlık politikalarının amacına geniş çerçeveden baktığımızda birçok farklı sektördeki durumu da dikkate almamız gerekir. Eğer yalnız sağlık sektörünü dikkate alan dar bir çerçeveden bakarsak sağlık politikalarının amacını “ihtiyacı olan herkesin nitelikli ve karşılanabilir sağlık hizmetlerine erişebilmesi” şeklinde özetleyebiliriz.

Cumhuriyetin ilk yılları

Cumhuriyetin kuruluşuna baktığımızda Türkiye’de 554 hekim, 136 ebe, 69 hasta bakıcı ve 4 eczacı var. Nüfusun yalnızca dörtte biri kentlerde yaşıyor.  İlk yıllarda savaşlarda kaybettiğimiz nüfusu yeniden kazanmak için nüfus artışını teşvik eden politikalar benimseniyor, enfeksiyon hastalıkları da önemli bir sorun olarak görülüyor ve ele alınıyor.

Refik Saydam (1981-1942) (Fotoğraf: 1939, Wikimedia Commons)

İlk Sağlık Bakanı olan ve 14 yıl bakanlık yapmış olan Refik Saydam’ın tasarladığı politikalarda, koruyucu hekimlik öne çıkıyor. Saydam, merkezi yönetimin toplumun sağlığını korumakla yükümlü olduğunu, tedavi edici sağlık hizmetlerinin ise yerel yönetimler tarafından sağlanması gerektiğini savunuyor. Yakın zamanda kapatılan Numune hastaneleri bu dönemde yerel yönetimlere örnek olması için kurulmuş hastaneler.

Bakanlık çalışma programında devletin sağlık teşkilatını kurmak, insan gücü yetiştirmek, sağlık ve sosyal yardım teşkilatını köylere kadar götürmek, sıtma, verem, frengi, trahom gibi sosyal hastalıklarla mücadele etmek, sağlık ve sosyal yardım kanunları çıkartmak, Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi’ni kurmak gibi maddeler mevcut.

1928’de kurulan Hıfzıssıhha Müessesi içerisinde hem Enstitü var hem de Hıfzıssıhha Mektebi var. Enstitüde aşı ve serum geliştirme çalışmaları yani bilimsel araştırmalar yürütülürken, okulda da çağdaş bir bakış açısıyla halk sağlığı çalışanları yetiştiriliyor. Türkiye kısa bir süre sonra aşı ve serumunu kendi üretmeye başlıyor ve hatta başka ülkelere de gönderebilecek kadar üretim yapılıyor.  Hıfzıssıhha Müessesesi 2011’de kapatılıyor. Covid döneminde bu enstitünün eksikliği ne kadar hissettiğimizi hatırlarsınız ve bugün bu müessesenin yeniden kurulması konuşuluyor.[1]