Sayfalar

İzleyiciler

21 Mart 2011 Pazartesi

Enürezis (Gece Islatması,Alt Islatma)

Enürezis (Gece Islatması,Alt Islatma)


Çocukluk çağının en sık görülen sorunlarından biri olan enürezis zeka yaşı ile uyumlu olmayan gece ve / veya gündüz istem dışı işemedir. Çocuklar genellikle 3- 5 yaşları arasında idrarını gece gündüz kontrol edebilecek olgunluğa erişirler.Bu nedenle bu durumun beş yaşına kadar görülmesi normal olarak kabul edilmektedir. Zekası normal olan bir çocukta beş yaşından sonra en az peş peşe üç ay boyunca haftada en az iki kez gece veya gündüz ıslatması normal dışı olarak değerlendirilmektedir.



İdrarın gece istem dışı yapılmasına ‘ enürezis nokturna’, gündüz istem dışı yapılmasına ‘enürezis diurna’ ve hem gece, hemde gündüz yapılmasına ‘ enürezis kontinua’ denmektedir.Enürezis daha çok gece işemesi şeklinde görülmektedir. İstemsiz işemelerin yaklaşık % 60’ı gece işemesi, % 30’u gece ve gündüz işemesi, % 10 kadarınında gündüz işemesi olduğu belirtilmektedir. Hastanelerin polikliniklerine başvuranların büyük çoğunluğu gece işemesi olanlardır. Çocukların yaklaşık % 85’ nde enürezis hiç kesilmeden bebeklikten beri devam etmektedir.

Enurezis Nocturna

Enurezis Nocturna İstemdışı olan idrar çıkışına enurezis denmektedir. Bu durum daha çok gece uyku esnasında oluştuğundan enurezis nocturna adını almaktadır. Ancak bu durumdaki çocuklarda teşhisin konulabilmesi için gereken yaş alt sınırı 5'tir.

Yapılan araştırmalara göre 5 yaşındaki erkek çocuklarda gece işemelerinin sıklığı % 7; kızlarda aynı yaşta % 3 olarak saptanmıştır. Bu oranlar 10 yaşında erkeklerde % 3’e; kızlarda % 2’ye düşmektedir. 18 yaşına gelen erkeklerde % 1, kızlarda ise biraz daha düşük bir yüzdede sürebilmektedir. Bu çocuklarda yaşıtlarına göre gelişimsel gecikmeler de saptanmıştır. 5 yaş sonrasında tedavisiz kendiliğinden iyileşme oranı % 5-10 arasında bulunmuştur.

Rahatsızlığın teşhisi için en az 3 ay süre ile haftada en az 2 kez idrar kaçırmanın olması ya da toplumsal, mesleki işlevsellikte, okul başarısında düşmeye ve sorunlara yol açması , kişinin 5 yaşından büyük olması gerekmektedir. Ayrıca idrar kaçırma durumu başka bir ilacın yan etkisine bağlı olmamalı, kişide idrar kaçırmaya sebep olabilecek bir hastalık olmadığı tespit edilmelidir ( şeker hastalığı , ürolojik ya da nörolojik hastalıklar gibi).

Enürezis riskini arttıran durumlar:
-Yoğun psikososyal sorunlar içinde olan ve olumsuz çevresel koşullarda yaşayan çocuklar
-Baba ya da annenin boşanma ya da ölüm sonucu kaybı da önemli etkenlerdendir. Özellikle daha öncesinde idrar kontrolünün sağlandığı çocuklarda sonradan 5-8 yaşları arasında idrar kaçırma bu nedenle tekrar başlayabilmektedir.
-Davranışsal bozukluklar gösteren çocuklarda mesane kapasitesinin daha sınırlı olduğu ve bu durumun daha sık gözlendiği saptanmıştır.
-Yapılan çalışmalara göre ailede anne, baba ve diğer akrabaların geçmiş yaşantılarında bu sorun var ise, çocuklarda da enürezis riski 5-7 kat artmaktadır.

Kronik sistite robotik çözüm

Basit bir idrara çıkamama problemi hayatınızı ne kadar kabusa çevirebilir? Başta sadece küçük bir problem gibi görünebilir; ancak bu durum adım adım ilerleyerek geceleri sık idrara gitme, tuvalet yolunda idrarını tutamama ile yaşam kalitesini gittikçe düşürebilir.
Uygulanan yeni tedavi yöntemleri ile açık cerrahi işleme gerek kalmadan tüm bu sıkıntılarınızdan kısa sürede kurtulabilirsiniz. Memorial Ataşehir Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Tibet Erdoğru, “da Vinci Robotik Cerrahi ile kronik sistit tedavisi” hakkında bilgi verdi.

Sistit sürekli tekrarlıyor ve 3 aydan fazla sürüyorsa…
Kronik sistitler, basit idrar yolu enfeksiyonu olarak da ifade edilebilen akut sistitlerden çok farklıdır. Tekrarlayan ve 3 aydan fazla süre ile devam eden sistitleri kronik olarak kabul etmek gerekir. Her sistit olgusunda mutlaka mikrop olması şart değildir. İdrarda mikrop olmadan da mesane dokusunda gelişen sistitler asıl kronik sistitleri oluşturur. Her yaştaki erkek ya da kadınlarda bu ağrılı kronik sistit görülebilir. Erkeklerde bu tablo her zaman “kronik prostatit” olarak da nitelendirilir ve büyük sıkıntılarla tarif edilir. Kadınlarda ise basit bir sistit şeklinde kendini gösterirken; kronikleşmiş yanma ve ağrılılarla idrarı hissetme, yapma ve sık idrara çıkma belirtileri ile kişi yıllarını geçirebilir

Prezervatif niçin kullanılır?

Prezervatif niçin kullanılır?

Cinsel yolla bulaşan hastalıklardaki artış endişe veriyor. Uzmanlara göre, yapılması gereken çok basit: Prezervatifin sadece doğum kontrolü için değil, cinsel ilişkiyle bulaşan hastalıkları önlemek için kullanıldığı unutulmamalı.
HIV, AIDS, HPV, herpes, frengi, hepatit B, gonore, mikoplazma, üreoplazma, klamidya, molluskum, kasık biti, uyuz. Bütün bunlar korunmasız cinsel ilişki ile kadınlara bulaşan hastalıkların bazıları…

Ntv'nin haberine göre, korunmasız cinsel ilişki nedeniyle yaygınlaşan cinsel hastalıklar kadınları daha çok etkiliyor. Bu hastalıklardan korunmanın en etkili yolu ise prezervatif kullanmaktan geçiyor.

Korunmasız cinsel ilişkiyle kadınlara bulaşan hastalıkların listesi bir hayli kabarık. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Aykut Coşkun, hem kadınlar hem de erkekler açısından çok ciddi tehdit oluşturan hastalıklar hakkında şunları söylüyor:

“Cinsel ilişkiyle kadınlara bulaşan hastalıkları HIV (AIDS), HPV (genital siğiller ve rahim ağzı kanseri virüsü), herpes (genital uçuk), frengi- sifiliz, hepatit B, gonore (bel soğukluğu), şankroid (yumuşak yara), granüloma inguinale, mikoplazma, üreoplazma, klamidya, molluskum, kasık biti ve uyuz gibi birçok bulaşıcı enfeksiyon olarak sıralamak mümkün. Korunmasız cinsellik, kronik pelvik enfeksiyonlardan kronik pelvik ağrıya, kısırlıktan, rahim ağzı, vajina ve vulva kanserine, hepatit B virüsü ile karaciğer sirozuna ve AIDS'e kadar giden çok sayıda sistemik hastalığa neden olmaktadır. Ayrıca bu enfeksiyon ajanları ile etkilenmiş kadınlar, aktif bulaştırıcı rolü de üstlenir. Erkeklerde ise genital siğil, penis kanseri, kronik prostat iltihabı ve sistemik hastalıklara yine Hepatit’e ve AIDS’e sebep olur.”

20 Mart 2011 Pazar

Virüsler

Tabiattaki tüm varlıklar canlı form ve cansız form olarak iki gruba ayrılmışlardır.Cansız forma dahil olan varlıklar, üreyemeyen, solunum yapmayan beslenmeye ihtiyacı olamayan tüm varlıklardır. Örneğin denizler, göller, kayalar, bulutlar, dağlar vs. ekosistem içerisinde sürekli bir dönüşüm içerisinde olmasına rağmen canlı sayılmazlar.

Bir varlığın canlı sayılabilmesi için, az öncede belirttiğimiz gibi üreyebilmesi, beslenebilmesi, solunum yapabilmesi ve diğer canlılarla sürekli bir ilişki içerisinde olması gerekirki ancak böyle bir varlığa canlı denebilir. Bugün bilim adamları, canlıları sistematik olarak sınıflandırırken virüsün hangi kategoriye konacağı konusunda hala bir ittifak kuramamıştır.
Çünki virüsler bazı hallerde canlı gibi davranırken diğer bazı hallerde tam bir " inorganik " madde gibi davranır.Dolayısıyla ortaya büyük bir tezat çıkmaktadır.Virüslerin nasıl olupta hem canlı gibi davrandıklarını hemde cansız gibi göründüklerini, düşündürücü yaşam döngülerini inceleyerek anlamaya çalışalım.
Virüsün anatomisi:
Virüs, doğadaki en basit canlı türlerinden bile daha basit bir yapıya sahiptir.Bildiğiniz gibi bakterilerin vücudu yanlızca tek bir hücreden oluşan yalın bir anatomiye sahiptir.Fakat virüslerin vücudu bir hücreden bile oluşmaz.Yanlızca hücreyi oluşturan temel yapıtaşlarının çok az bir miktarının yine kompleks bir yapı oluşturmalarından meydana gelmiştir.
Bir hücre proteinlerden, nükleik asitlerden, hücre zarından, kompleks organellerden (mitekondri, endoplazmik retikulum, golgi aygıtı, ribozomlar vs.), nukleus (çekirdek) den ve daha birçok enzim ve sayamadığımız kimyasal moleküllerden oluşan oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir.
Virüsler ise yukarıda saydığımız hücre yapıtaşlarından yanlızca üç tanesinin kompleks oluşturmasıyla meydana gelir.Bu yapıtaşları protein, enzim ve nükleik asitlerdir.Bazı virüslerde ise yağ moleküllerinede rastlanılır.Virüs, yanlızca bu üç yapıtaşından oluşan basit bir yapıya sahip olmasına karşın ne amaç uğuruna kendini çoğaltmaya çalıştığını ve canlı - cansız formları arasında nasıl gidip geldiği çözülememiş mühim bir problemdir.
Virüsler ancak " Elektron mikroskobu " ile görülebilirler.Işık mikroskopları ile görülmeleri imkansızdır.Öyleki bir virüs bakteriyle kıyaslandığında, bakterinin yanında çok küçük kalan bir boyuta sahiptir ve boyu ancak
" nm " (nanometre, yani metrenin milyarda biri) uzunluk birimi ile ölçülebilir.
Şimdi bir virüsün anatomisin şekil üzerinde inceleyelim.
Image

Mikroorganizmaların Hücre Yapıları

Mikroorganizmaların Hücre Yapıları

Ökaryötik Hücre Nedir; Ökaryötik yapılı canlı hücresinin (alg, maya, mantar, protozoon, ve gelişmiş canlılar) temel özelliği, genetik şifreleri taşıyan DNA'nın bir zarla çevrili olan çekirdekte bulun*masıdır.

Prokaryotik Hücre Nedir; Prokaryotik yapıdaki hücrelerde (Bakteriler) ise hücre duvarların kompleks olması ve tek kromozomdan ibaret olan genetik materyalin sitoplazma içerisinde dağınık bir şe*kilde bulunmasıdır.

Bakterilerde Hücre Yapısı

Bakteri hücresi ışık mikrokobu ile incelendiğinde, yuvarlak (kok), basil (çomak, çu*buk), virgül, filament (uzun saç benzeri) gibi morfolojik yapısı ile, kapsül, flagella ve spor gibi yapıları görülebilir. Gram boyama metodu kullanıldığında hücre duvarı yapı*sı hakkında (Gram pozitif veya Gram negatif) bilgi edinilir

Bir bakteri hücresinin ana yapıları merkezden dışa doğru şunlardır:

Demonstration that classical teaching of force of effort for 2nd and 3rd class levers is erroneous

Demonstration that classical teaching of force of effort for 2nd and 3rd class levers is erroneous.

In our first manual, we demonstrated that there was functionally no such thing as a 2nd class lever. We have since learned that there are teachers who still want to use classic instruction because they think that this methodology is still valid for teaching force of effort. We will now demonstrate that this is erroneous teaching.
Note! The secret to the proof will be the application of Benedetti's discovery of the effective lever arm in 1599 as it applies to the principle of rotation (torque).

The difference between 2nd and 3rd class lever systems begin by teaching that levers are structurally defined relative to the placement of the fulcrum (F), force of effort (E) and force of resistance (R).
Classical teaching next moves to emphasizing functional importance by first demonstrating that force of effort is determined by the ratio of the effective effort arm to the effective resistance arm (the Principle of Equilibrium of Rotation).
The first formula taught leading to proof of the above statement is:
Force of effort x Effective effort arm (measured length) = Force of resistance x Effective resistance arm (measured length).
The second formula derived from the above formula is: